Röportaj: Şike Davası
Aydınlık Gazetesi 13 ve 14 Ağustos 2011
(Mahkemenin Adı Değil Anlayışı Değişmeli / Yargılama Sonucunu Bekleyin)
ŞİKE DAVASI
Röportaj: Yiğit ACAR
ü YİĞİT ACAR: Sondan Başlayalım. Galatasaray Hakkında Ortaya Atılan Teşvik Primi İddialarının TFF’ce İncelemeye Alınması İhtimali Mevcut Mudur?
Av. İSMAİL ALTAY: Sevgili Yiğit, dalga dalga gelen operasyonların en ilgincinden başladın. Tabi sen TFF tarafından inceleme yapılabilir mi diye soruyorsun. Ama bugün aramaları yapan emniyet güçleri. Emniyet güçleri, savcılık kararı ile bu işlemi yapıyor. Bu aramalara dayanak eylem, 2006 yılında oynanan bir maçta teşvik primi verildiği iddiası. Yani aramalara neden olan “teşvik primi” eylemi, ancak 14.04.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun ile suç olarak tanımlanmıştır. Suç olarak tanımlanmadan önceki döneme kanun geriye yürütülemez. Sade vatandaşın bile bilmesi gereken en temel ilke, “suçta ve cezada kanunilik ilkesi”dir. Bir eylem kanun ile suç olarak tanımlanmadan ve cezası belirtilmeden, suç değildir. Bu takdirde savcılığın suç olmayan bir eylem için soruşturma başlatamaması gerekir. Şimdi bu eylem zarara neden oluyor. Örneğin İMKB’ye kote Galatasaray hisse senetleri var. Değerleri düşmesi halinde, bundan sorumlu devlet olacak. Yine bu kulüp başka zararlara uğrayabilir, bu zararları da devlet karşılamak zorunda. Bazı yöneticilere karşı yapılan arama eylemi bence hukuki dayanaktan yoksun ve manevi tazminat davasına neden olabilir.
TFF’nin 2006 yılındaki maçla ilgili disiplin soruşturması yapabilir mi soruna gelelim. Maçın oynandığı tarihte, Disiplin Talimatında “teşvik primi” disiplin suçu olarak dahi tanımlanmış değildi. Bu nedenle disiplin suçu dahi tanımlanmayan eylem için TFF bir inceleme yapamaz ve hiçbir ceza veremez. Aksi taktirde büyük bir tazminat davasına yol açabilir. TFF heyecana kapılmadan kararlar almalı. Birçoğunu tanıdığım, çok nitelikli hukukçulardan oluşan hukuk kurulu var. Biraz onlara danışmalı. Neden böyle diyorum? Danışsaydı, iddianameye dayanarak bir takım kulüplere ceza vermemesi gerektiğini bilmesi gerekirdi. İddianame, mahkeme kararı değil ki. Suçu kanıtlama anlamında hiçbir değeri yok ki. Nasıl böyle şeyler diyebiliyorlar anlayamıyorum.
ü YİĞİT ACAR: Ceza Hukuku Ve Disiplin Soruşturmalarında Geriye Yürürlülük Var Mıdır?
Av. İSMAİL ALTAY: İşte temel ilkelerden birini daha soruyorsun. Sen
cevabını çok iyi biliyorsun. Ama vatandaş da, bu işleri yapanlar da öğrenmeli ki, yasalar geçmişe yürümez. Yasa da, disiplin kuralları da yürürlüğe girdikten sonraki olay ve ilişkilere uygulanır. Diğer bir deyişle, yürürlük tarihinden önceki olay ve ilişkilere uygulanamaz. Aksi takdirde kişi güvenliği ve hukuk güvenliği ortadan kalkacaktır. Kişiler, davranışlarını yürürlükteki hukuk kurallarına göre ayarlarlar. Hukuksal sorumlulukları da, ancak fiilen yürürlükteki hukuk kurallarına göre belirlenir. Bu temel prensibin istisnası ise, fail lehine olan kanunlar geçmişe etkili olarak uygulanır. Bu temel ilkelerden hareket ederek, gerek savcılık, gerek TFF sanık aleyhine olan değişikliklere dayanarak geçmişe yönelik soruşturma başlatamaz.
ü YİĞİT ACAR: Şike Operasyonunda Gözaltına Alınmalar Temmuz Ayı Başında Gerçekleşti. Ligin Bitiminden Uzunca Bir Süre Sonra Gerçekleşmesini Nasıl Değerlendiriyorsunuz?
Av. İSMAİL ALTAY: Çok ilginç değil mi? Haziran’ın sonunda da, borsada manipülasyon suçu işlendi diyerek operasyon yapılmıştı. Düşünebiliyor musunuz, 7,5 ay boyunca manipülasyon yapılmasına göz yumulmuş, 7,5 ay sonra operasyon yapılmış. Manipülasyon suçu bir tehlike suçudur, eyleme başlanmasından itibaren, zarar doğmasa da suç işlenmiş sayılır. 7,5 ay boyunca suçun işlenmesine izin verildiyse, doğacak zarardan idari otorite sorumlu olur.
Futbolda şike operasyonu da 8 aylık delil toplama sonucu yapıldı. Siyasi bakış açısıyla yaklaşmayacağım. Hukukçu olarak şunu söylemem lazım. “Devlet tuzak kurmaz.” “Devlet işkence yapmaz”. “Devlet adam öldürmez”, “Devlet suçu önlemekle görevlidir”. 8 ay önce bir eylem yapılıyor. O tarihte henüz şike ve teşvik primi suç değil. Sadece disiplin suçu. Bu eylem 14 Nisan 2011 tarihinde ceza hukuku kapsamına giriyor ve suç oluyor. Bu tarihten önce eylem suç değilse, Savcılık bu eylem ile ilgili delil toplayamaz. Onun görev alanına girmez. TFF ise, bu eylemin yapıldığını tespit ederse, disiplin yargılaması sonucu disiplin cezası verebilir.
14 Nisan 2011 tarihinden sonraki suç kapsamına girdiği iddia edilen eylemlerin gerçekleştiği tespit edildiğinde, yapılması gereken hemen müdahale edilmesiydi. Devletin asli görevi hukuk güvenliğini sağlamaktır. Suç işlenmesini önlemek onun görevidir. 8 ay boyunca suç işlenmesine göz yumulması, görevini yapmayanların suç işlemeyi teşvik ettiği anlamına gelebilir mi tartışılmalı. Örneğin, “X” takımı şike yaptı ve cezasız kaldıysa, onunla yarışan “Y” takımı da şartları eşitlemek için şike yapma yoluna gidebilir. Oysa şikeye teşebbüs dahi suç olduğuna göre, suçun işlenildiğinin öğrenildiği an müdahale edilmesi ve hukuk güvenliğinin sağlanması gerekir. Üstelik her bir eylem ayrı bir suçtur. Yani X takımının suçu ile Y takımının suçu ayrı ayrı soruşturulacaktır.
Kimileri diyor ki, emniyet güçleri kimler bu suça karışacak diye bu kadar bekledi. Bu da çok kötü bir yorum. Hukuk devletinde tuzak kurmak diye bir kavram yoktur. Vatandaşa bunu anlattığımda bana “yani katilin, seri katil olması mı beklenmiş?” diyorlar. Bizim insanımız çok zekidir, müthiş bir tespit değil mi?
ü YİĞİT ACAR: Şike Operasyonu Özel Yetkili Mahkeme Tarafından Yürütülebilir Mi?
Av. İSMAİL ALTAY: Yetkili ve görevli mahkeme sorunu cevaplamadan önce, suçun cezası hakkında düşüncelerimden bahsetmek istiyorum. Futbol, dünyaca sevilen bir oyun. Ama sonuçta sadece bir oyun. Bir oyun olan futbolda şike yapılması ya da teşvik primi verilmesi halinde, 14 Nisan 2011 tarihinden sonra 5 yıldan 12 yıla kadar hapis ve 20.000 güne kadar adli para cezası verileceği düzenlenmiştir. Yasa koyucunun korunan menfaatle orantılı ceza miktarı koyması gerekir. Tabi ki şikede aldatma, menfaat sağlama vs. var. Şike suçu, dolandırıcılık suçunun özel bir halidir. Peki dolandırıcılık suçunun miktarı ne? Dolandırıcılık suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 157. maddesi, bu suç için 1 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5.000 güne kadar adli para cezası yaptırımı düzenlemiştir. Nitelikli dolandırıcılığı düzenleyen 158. maddede ise 2 yıldan 7 yıla kadar hapis ve 5.000 güne kadar adli para cezası yaptırımı düzenlenmiştir. Bundan başka, geçenlerde yine medya şovu eşliğinde düzenlenen manipülasyon operasyonunu da ele alalım. Sermaye Piyasası Kanunu’nda düzenlenen manipülasyon suçu da dolandırıcılık suçunun özel bir halidir. Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/3 maddesinde bu suçun yaptırımı 2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 15.000 güne kadar adli para cezası olarak düzenlenmiştir. Hal böyleyken, futbolda şike ve teşvik priminin cezası neden bu kadar ağır? Buna akıl erdirmek olanaksız. Sanırım yasa koyucunun bir bildiği vardır. Ama onların bildiğini ben bilmiyorum. Bir hukukçu olarak, hiçbir orantı da kuramıyorum.
Şimdi soruna gelelim. Savcıların da hala alışkanlıkla söylediği gibi DGM (Devlet Güvenlik Mahkemesi) adı, bir gecede Özel Yetkili Mahkeme yapılınca daha mı hukuk devleti olduk? Anlayış değişmedikçe, mahkemenin adı değişse ne olacak ki? Devletin koymuş olduğu yasalar ve mahkemeler devleti yeterince koruyamıyor ve hukuk güvenliğini sağlayamıyor muydu da bu mahkemelere ihtiyaç duyuluyor? Ben bunu hiç anlayamıyorum.
Özel Yetkili Mahkemelerdeki yargılanmalarda ortak bir nokta gözlemliyorum. Müthiş bir medya şovu ile soruşturma safhası başlıyor, şovla bir takım kişiler gözaltına alınıyor, soruşturmanın gizliliği ilkesi sadece avukatlar için geçerli oluyor ama bir kısım medya, kendi bakış açısıyla ve kamuoyuna benimsetmek istedikleri bakış açısıyla tüm dosyayı TV programlarına “şok şok”, “flaş flaş” diye taşıyor. Sonra bir kamuoyu yaratılıyor. Daha yargılama başlamadan medya hüküm veriyor. Bu durum, hukuk devleti açısından, hukuk güvenliği açısından, kişi hak ve özgürlükleri açısından çok endişe verici.
Şike ve teşvik primi suçu için, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin görevli olabilmesi için Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250/1-(b) hükmünü dikkatle incelemek lazım. Burada Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin görevli olabilmesi için, haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün, faaliyeti çerçevesinde cebir ve şiddet uygulayarak şike veya teşvik primi suçunu işlemesi gerekiyor. Yani sadece ekonomik çıkar sağlamak amacıyla bir örgüt kurulması ve faaliyette bulunması yeterli değil. Bu örgütün cebir ve şiddet uygulayarak şike veya teşvik primi suçunu işlemesi gerekiyor. Aksi takdirde, önceki adı Devlet Güvenlik Mahkemesi olan ve tabela değişikliği ile Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi yapılan mahkemeler değil, Ağır Ceza Mahkemeleri görevlidir.
Yetkililer, her bir ayrı suçu ayrı soruşturacaklarına ve kovuşturma başlatacaklarına, hepsini bir torbaya atıyorlar. Böyle büyük bir torbadan, yapılacak yargılama sonucunda, bir sonuca ulaşılabileceğine inanmıyorum. Ne olur? Tutukluluk müessesesi, ceza müessesesine dönüşür. Gerçekten de maalesef tutukluluk, peşin ceza olarak uygulanıyor.
Sağlıklı soruşturma yapılması isteniyorsa, fikir ve eylem birlikteliği olmayan şüpheliler hakkında soruşturmanın diğerlerinden tefrik edilmesi gerekir. Böylece dipsiz torbalardan kurtulmuş olunur ve adil yargılanma ve savunma hakkı sağlanabilir.
ü YİĞİT ACAR: Basındaki Çıkan Ve Bu Operasyonu “Sporda Derin Yapılanmanın Aydınlatılması” Ya Da “Ergenekon’un Spor Ayağı Çöküyor” Şeklinde Yorumlayan Haberler Hakkındaki Düşünceniz Nedir?
Av. İSMAİL ALTAY: Bir kısım medya, futboldaki şike suçunu, Ergenekon ile bağlantılı olduğunu ileri sürüyor. Peki Savcılarımız sadece Ergenekon ile ilgisi suçları mı soruşturmaya yetkili. Suç işlendiyse ve Ergenekon ile ilgisi yoksa ne yapacaklar?
Yeri gelmişken, operasyon yeni yapıldığında bir TV kanalı, Aziz Yıldırım’ın da Haberal gibi hastaneye sığınarak soruşturmadan kaçmaya çalıştığı türünden bir haber yapmıştı. Kanım dondu. Gerçi bazı siyasetçilerin de Haberal’ın hastanede yatmasına çok bozulduklarını TV’deki beyanlarından öğrendik. Bence bu yorumlar insafsızca. Hasta hakları ve insan hakları kavramlarının görmezlikten gelinmesi anlamına geliyor. Çok endişe verici. Neden böyle diyorum, açıklayayım ama nereden başlamam gerektiğini bilemiyorum. Devenin doğru yanı yok ki…
Öncelikle “masumiyet karinesi”ni, diğer bir deyimle “suçsuzluk ilkesi”ni anlatmak gerekiyor. Bir suçla itham edilen kişi, yasalara göre suçluluğu ispat edilene ve aleyhinde hüküm kesinleşene kadar masumdur. Bu ilke gereğince soruşturma ve kovuşturma safhalarında sanık aleyhinde hüküm olmadığından, sanığa suçlu muamelesi yapılamaz. Yani sanık tüm hür insanlar gibi, tüm haklardan yararlanmaya devam eder. Soruşturma evresinden, yargılamanın sonuna kadar usul kurallarına uyulmasına hassasiyetle önem verilmesi gerekir. Avukatlar, soruşturmadan yargılama sonuna kadar tüm yargılama aşamalarının usule uygun yapılması halinde sağlıklı karar verileceğini bilir ve tüm güçleriyle bunu sağlamaya çalışır. Bu nedenle de “usulü uygulatamayan, esasa mahkum olur” inancındadırlar.
Soruşturma ve kovuşturma evresinde sanık aleyhinde tutuklama kararı verilmiş olsa dahi, sanık yine de masumdur, suçlu değildir. Çünkü hala sanık aleyhinde kesin hüküm bulunmamaktadır. Tutuklama sadece bir yargılama tedbiridir. Tutuklamanın bundan öte anlamı bulunmamaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde tutuklama nedenleri düzenlenmiştir. Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların olması ve maddede yazılı tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. Kanunun tabiriyle “tutuklama nedeni var sayılabilir.” Yani tutuklama kararı vermek zorunluluğu bulunmamaktadır. Ama uygulamada diğer yargılama tedbirlerine başvurarak yargılamanın sağlıklı yapılabilmesi sağlanabileceği halde, çok rahatlıkla tutuklama kararı verilmekte, insanların hayatı, onuru hiçe sayılmaktadır. Kanunda bahsi geçen tutuklama nedeni olabilecek haller şunlardır:
ü Sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların olması,
ü Sanığın davranışlarının delilleri karartma (yani yok etme, gizleme veya değiştirme) ya da tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphenin olması,
ü Katalog suçlar.
Verilen tutuklama kararı, hala masum olan sanığın, tutuklamanın amacı dışındaki özgürlüklerini kullanmasına engel olamaz, olmamalı. Bu nedenle de hasta olan sanık ya da şüpheli, hasta hakları gereğince, tedavi görme, doktorunu ve tedavi göreceği hastaneyi seçme hakkına sahiptir. Ancak -daha önce de söylediğim gibi- tutuklama ülkemizde ön ceza olarak kullanılıyor. Onun için hasta olan sanıkların tedavi görmesi hoş karşılanmıyor. Devlet, tüm vatandaşlarının olduğu gibi, tutuklu ya da hükümlü vatandaşlarının can güvenliğini, sağlığını korumakla yükümlüdür. Tekrar ediyorum, devlet işkence edemez, cinayet işleyemez. Bu nedenle, tüm tutuklular masumdur ve tedavi görme haklarını özgürce kullanabilirler. Bu hakkın kullandırılmaması ise, can güvenliğini sağlamakla yükümlü devletin, tutuklu (hatta hükümlüyü) linç ettiği anlamına gelir ki, bu bir insanlık suçudur. Bir takım medyanın baskısına rağmen Aziz Yıldırım’ın ve diğer tutukluların tedavi görmesinin sağlanması çok isabetli bir uygulamadır.
ü YİĞİT ACAR: Federasyonun Aldığı Ligin Ertelenmesi Kararını Nasıl Değerlendiriyorsunuz? Herhangi Bir Kulübün Ligden Düşme İhtimali Sizce Mevcut Mu?
Av. İSMAİL ALTAY: Her şeyden önce TFF soğukkanlı olmalı. Şike ve teşvik priminin suç olarak düzenlendiği 14.04.2011 tarihinden önceki eylemler için Disiplin Talimatı gereğince kendi soruşturma yapabilir. Ancak özellikle altını çizmem gerekir ki, Galatasaray için şu an yürütülen soruşturmanın hukuki temeli yok. Bahsi geçen 5 yıl önceki maçın oynandığı tarihte yürürlükte olan Disiplin Talimatında, “teşvik primi”, disiplin suçu olarak düzenlenmemişti. Suç olmayan bir konu hakkında soruşturma yapma imkanı yoktur. Disiplin Talimatının 15. maddesindeki 20 yıllık zamanaşımı, eylemin yapıldığı tarihteki talimatta suç olarak düzenlenen eylemlere uygulanabilir; teşvik primi eylemine değil. Tabi bu soruşturmayı TFF yapmalı. Emniyet güçlerinin ya da Savcılığın ceza hukuku anlamında suç olmayan bir eylem hakkında soruşturma başlatması, delil toplaması vs hukuka aykırıdır.
Yaşanan şike ve teşvik primi soruşturmasını, iki yargılama düzlemini ayırarak incelemek gerekir. Birincisi ceza hukuku anlamında yargılamadır. Burada Savcılık soruşturmayı başlatacaktır. Diğeri de disiplin suçu anlamında yargılamadır. Burada da TFF soruşturmayı yapacaktır. Ceza yargılaması anlamında soruşturma başlatılan eylemlerde, TFF, ceza yargılamasının sonucunu beklemelidir. Çünkü hem 6222 sayılı yasada, hem Disiplin Talimatında düzenlenen şike ve teşvik primi suçları, tanım ve unsurlarıyla örtüşmektedir. TFF, ceza yargılaması sonucunda verilecek hükme göre disiplin soruşturması yapmalıdır. Aksi takdirde, düşünün bir takımı yargılama sonucu beklemeksizin ligden düşürmeniz ve yapılan yargılama sonucu sanıkların beraat etmesi halinde doğacak zarar, telafisi imkansız bir zarar olacaktır. Bu zararın altından kalkmak mümkün değildir.
Bu noktada, Futbol Federasyonu’nun başkanının, iddianameye göre karar vereceklerini söylemesini çok yadırgadım. İddianame, bir mahkeme kararı değildir. Teknik olarak kamunun avukatı görevini yapan savcının hazırladığı bir dilekçeden başka bir şey değildir. Ben de dava açarken delillerimi toplayarak dilekçe yazıyorum ve dava açıyorum. Yargılama yapılmaksızın iddianame hazırlandıysa “bunlar suçludur, disiplin işlemi uygularım” denebilir mi? Çok yanlış şeyler bunlar. Sorumlu makamlar, hukuki destek almadan açıklama yapmamalı.
TFF’nin, ceza yargılamasına konu olmayan, sadece disiplin cezasına ilişkin eylemler hakkında ise hemen Etik Kurul tarafından soruşturma yapılması tavsiye kararı verilmesi ve TFF Yönetim Kurulunun disiplin yargılaması yapılması için dosyayı Disiplin Kuruluna yollanmasına karar vermesi gerekir. Disiplin Kurulu’nun yapacağı disiplin yargılaması sonucu, disiplin cezası verilebilir ya da beraat edebilirler. Disiplin Kurulu, disiplin yargılaması yaparken savunma hakkına çok önem vermesi gerekiyor. Delillere doğrudan ulaşabilmesi, onları inceleyebilmesi gerekir. Yani savcılığın şimdiki gibi seçerek yolladığı deliller incelenerek karar verilemez. Savcıların sanık lehine ve aleyhine delil toplama görevi vardır. Sadece sanık aleyhine delil toplanarak adil yargılama yapılamaz. İşte bu noktada, avukatların müvekkilleri lehine delil toplaması çok önemli. Bu delillerin toplanabilmesi için de avukatların dosyayı rahatça inceleyebilmesi ve toplanan delillere ulaşabilmesi gerekir. Savcılığın gizlilik kararı varken, TFF yetkilileri dosyadaki delilleri açıklayamazlar. Bu nedenle de, savunma yapılamayacağından, bu aşamadan disiplin yargılaması da mesafe başlayamaz, başlasa da mesafe kaydedemez.
Tabi Disiplin Kurulu’nun kararından sonra da tahkim yargılaması yolu açıktır. Tahkimden bahsedince, hemen akla TFF’nun yapısı geliyor. Bildiğin gibi tahkim kurulu, yargı görevini görüyor. Kuvvetler ayrılığı prensini gereğince, yürütme görevini üstlenen TFF yönetim kurulu ile yargı görevini üstlenen tahkim kurulunun ayırmak gerekir. Yani TFF yönetim kurulu tarafından seçilen ve özlük hakları belirlenen bir tahkim kurulu, adil yargılama yapamayabilir. Bu nedenle, futbola ilişkin yargıyı erkini, TFF’nun bünyesinden ayırmak gerekir. Bunun adı spor mahkemesi olacaksa, orada görev yapacak hakimlerin spor hukuku alanında uzman olmaları gerekir. Ayrıca çok önemli bir husus daha var, yargılamanın genel mahkemelerdeki gibi uzun zamanda sonuçlanmaması lazım. Zaman açısından bakıldığında, TFF Tahkim Kurulu başarılı sınav verdi. Ama hatırlıyorum, gazeteler “tahkim kurulunu bir hocanın bastığını” yazmıştı. Böyle etkilere de açık olmaması gerekir.
Hukuk devleti olmak kolay değil. “Şu kulüplerin camiası çok büyük, dokunulamaz” denemez. Eğer hukuka aykırı eylem yaptıkları sabit olan kulüp veya kulüpler varsa, kanunun ve talimatın öngördüğü cezalar hiç çekinilmeden uygulanmalı. Ama önce adil yargılama yapılması gerekir.
ü YİĞİT ACAR: Büyük Resme Bakınca Ne Görüyorsunuz?
Av. İSMAİL ALTAY: Direk cevap vermeyi tercih etmediğim bir soru. Ülkemin vatandaşının, okuyucunun zekasına güveniyorum. Onun için üç başlık altında gözlemlerimi dile getireceğim. Köprüyü sizler kurun.
Bir hukukçu olarak, özellikle de avukat olarak, İstanbul Barosu’nu temsilen gözlemci olarak gittiğim Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin duruşmalarında, iddianamenin düzenlenmesinden, duruşmalarda yaşananlara, delillerle temasa, tanık dinlenmesine kadar usul kurallarının çiğnendiğine ya da saptırıldığına tanık oldum. Avukatların savunma yapmalarının engellendiğini gördüm. Savunma hakkını kullanmak zorunda olmayan, avukatın önemini bilemez. Bu yargılamalar sırasında birçok sanığın bunu dile getirdiğini, mahkemelerin savunma haklarını kullandırtmadığını, avukatın ne kadar önemli olduğunu dile getirdiklerini gördüm. Biz avukatlar, soruşturmadan yargılama sonuna kadar tüm yargılama aşamalarının usule uygun yapılması halinde sağlıklı karar verileceğini biliriz ve tüm gücümüzle bunu sağlamaya çalışırız. Bu nedenle de “usulü uygulatamayan, esasa mahkum olur” deriz.
İkincisi, ben küçükken, siyaset ile ilgili olmayanlar “ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” derlerdi. Öncelikle bu sözü hatırlıyorum.
Sonra da rahmetli Deniz Som’un her gün köşesinin sonunda yayınladığı şu bölümü hatırlıyorum:
Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Ben de röportaja bu anekdot ile son vermek istiyorum. Yorumu okuyucuya bırakıyorum.
Teşekkür ederim.