Tatlı Dil Neredesin Sen?
Haberleri izlemekten, gazete okumaktan çok yoruldum. Özlemini duyduğum bir ses, şarkı olup zihnimi ele geçiriyor. Hani kurtulamazsınız, kurtulmak da istemezsiniz ya o melodiden, işte öyle bir şey. Neşet Ertaş’ın bağlamasının, Selda Bağcan’ın gitarının tellerinden dökülen “… Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm, gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen? …” tınısı, zihnimde özlemle dönüp duruyor. Tatlı dil, tatlı dil...
Üç dönem, 12 yıl iktidarda olmak. Sözüm ona “istikrar”. İstikrar, meğer nelere yol açıyormuş: “Ananı al da git”, “kelle”, “cibilliyetsizler”, “edepsizler”, “ucube”, “ölü seviciler”, “kaleminden pislik damlıyor”, “boyunlarındaki tasmalardan kurtardık”, “iki ayyaş”, “çapulcu”, “ayaklar baş oldu”, “ormana yollayalım” vs vs… Bu psikolojik ortamda, başbakan bunları söyleyince, ardılları da “engellileri adam yerine koyduk”, “kına stokları tükendi” … daha neler neler… Sıkıldınız değil mi? Ben de sıkıldım, bunaldım, yüzüm kızardı. Ama inanın fazlası var, azı yok aşağılama, hakaret ve küfrün… Benim dünyamda olmayan, bu ülkenin insanına yakışmayan sözler, hakaretler, küfürler… Sanki “Hakaret ve Küfür Enstitüsü” kurulmuş da, insan onurunu ayaklar altına alan en başarıları ürünlerin üretildiği dönemi yaşıyoruz.
Kişilik hakları bir anlam ifade etmiyor. Ama sonra Yunus Emre’den kalıp bir cümle alınıp “biz yaratılanı yaratandan ötürü sevdik” deniyor. Koro tekrarlıyor.
Böyle sevilerek büyütülen var mı? Sevgi nerede? O dünyanın sevgisi mi halkımıza reva görülüyor?
Çocuk sayısı, kürtaj, sezaryen, hamile kadınların sokakta gezmesinin terbiyesizlik olduğu, içki vs vs… Hayatın en özel alanına kadar müdahale.
Kolluk kuvvetlerinin halka düşmanca davranması, hukuka aykırı olarak silah ve kimyasal maddeler kullanması, cop, biber gazı, kimyasal karışımlı su sıkma, TOMA, iddia edilen suçla ilgili olmaksızın kızların çırılçıplak soyularak aranması… Sonra bir takım asılsız ve kanıtlanamayan iddialar. “Çamur at, izi kalsın.” Nasıl olsa sorgulamadan biat eden bir kesim var. Ve basının gücü, oluşturulan düşünce tekeli …
İnsanlık onuru ile iktidarın burjuvazisinin yaşadığı ekonomik refah istikrarının çelişkisi çarpışıyor. Toplum cenderede. Ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve hatta fiziki baskı son raddeye vardı. Hakların ortadan kaldırılmasına gerekçe yaratacak iklimin hazırlanması için toplum gerildikçe geriliyor. "%50’yi evde zor tutuyorum" denerek toplumu tehdit ediliyor. "Kahraman" polisler, öldürme kastıyla nişan alarak insanların kafasına gaz kapsülü atıyor. Elindeki palayla evinden kaçan, peşin ceza kesiyor. Adalet tanrıçası “Themis”in yerini “palalı ilah” aldı.
Başbakan, egemenliğin kaynağının “millet” olmadığını iddia ediyor. Biri çıkıp da, “senin bahsettiğin egemenlik kaynağına ben daha yakınım” derse, aksini nasıl kanıtlayacak? Demokrasinin sandık olduğunu söylemekle, egemenliğin kaynağı hakkında söylem çelişmiyor mu? Demokrasinin amaç olmayıp, araç olduğunu söylenerek, "milletin" oyları ile "yeni bir egemenlik kaynağına" dayanma yolculuğu mu anlatılıyor?
Bunların hiçbiri demokratik ülkelerde olmaz, olamaz. Ama demokrasiye “ileri” sıfatı eklenince, kavramların içi boşaltılarak yeni anlamlar yüklenince olup bitiyor. İtiraz edenler “darbeci” oluyor, “örgüt üyesi” oluyor, “cebir ve şiddet yolu ile hükümeti düşürme suçu” (TCK.m.312) işlemiş sayılıyor. Kanunsuz deliller, delil yaratmalar, tuhaf iddianameler, tabela değiştirilse de bakış açısı hep aynı olan "hemfikir olmayanla mücadele" mahkemeleri.
Kişilik haklarına karşı yapılan saldırıya, tüm bu hakaretlere itiraz etmek; kazanılmış tüm hakları ve en önemlisi insanlık onurunu korumak ve müdahalelere karşı direnmek, bireyin en doğal hakkıdır. Anayasa ve ulusalüstü hatta evrensel belgelerle korunan hakları koruma mücadelesinde olma tuhaflığı içindeyiz.
Modern devletlerde üç kuşak insan hakkı yaşama geçirilmiştir. Oysa bırakın ikinci ve üçüncü kuşak insan haklarını, bugünün Türkiye'sinde, biz daha temel özgürlükler, kişi ve siyasal hakları içeren birinci kuşak hakları muhafaza etmenin mücadelesini veriyoruz.
Ben çok sıkıldım. Ben artık hoşgörü, saygı ve uzlaşı kültürünün yaşandığı bir ülke istiyorum. Ben, önce insanca yaşam hakkı istiyorum. Can, mal ve hukuk güvenliği istiyorum. Bağımsız ve adil yargı istiyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğüme müdahale edilmemesini istiyorum. Zehir kusup, sonra içi boş sevgiden bahsedilmesini istemiyorum. Tek tip insan yaratılmasını, düşünce çeşitliliğinin yok edilmesini istemiyorum. Birbirini denetleyerek özgürlükleri koruyan kuvvetler ayrılığının var olduğu bir sistemi özledim. Hukuk devletini özledim. Yaşadığımız şartlardaki istikrardansa, hoşgörü ve uzlaşmanın temel alınacağı, vatandaşlık haklarını yok etmeye çalışmayan bir koalisyonu özledim. Ben, tatlı dili özledim. Neredesin? 26.09.2013
Av. İsmail ALTAY
İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi