TAHKİM MERKEZİ Mİ? CIVALI ZAR MI?
TAHKİM MERKEZİ Mİ? CIVALI ZAR MI?
Bulunduğu coğrafyanın en önemli şehirlerinin başında gelen İstanbul’da, kanun ile “İstanbul Finans Merkezi” kurulurken; bu projeye paralel olarak, yine bir kanun ile “İstanbul Tahkim Merkezi” kuruluyor. Bu kanun tasarısı şu an TBMM Genel Kuruluna gelmiş ve kanunlaşmak için sırasını beklemekte. Kurulması planlanan tahkim merkezi hakkında yaptığımız tüm eleştiriler kulak arkasına atılmış, bildiklerini yapmakta kararlılar. Eleştirilerimiz duvarlara çarpıp geri döndüğüne göre, tespit ve itirazlarımızı bir de kamuoyu ile paylaşalım.
Tahkim de bir yargılama yöntemidir. Taraflar, karşılaştıkları uyuşmazlığı çözmek için, devlet yargısı yerine, seçecekleri hakemlerin yapacağı yargılamayı ve verilecek karara uymayı tercih edebilirler. Ya da kanunla doğrudan doğruya seçilmiş olan veya kanunun yetki tanıdığı şahıs ve mercilerce tayin edilmiş bulunan kişiler aracılığı ile uyuşmazlık çözülür. Bizim hukuk sistemimizde tahkim yargılaması, 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun 407 ile 444. maddeleri arasında ve 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu’nda olmak üzere iki ana kanunda düzenlenmiştir. Bundan başka zorunlu ve ihtiyari tahkime ilişkin özel düzenlemeler de bulunmaktadır.
Ülkemizde, uyuşmazlıkların alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri ile çözümlendirilmesi politikası oluşturulurken, sürekli mahkemelerdeki iş yükü ve davaların uzun sürmesi gerekçe olarak ileri sürülmektedir. Bu aslında idarenin acz içinde olduğunun ve yargılama faaliyeti yükünü kaldıramadığının, yargılama faaliyeti için gerekli kadroyu oluşturamaması nedeniyle kusurlu olduğunun itirafıdır. Bu bakış açısı, tahkimin ruhunun kavranamadığını göstermektedir. Tarafların uyuşmazlıklarını tahkim yolu ile çözmekteki amaçları, uzman ve tarafsız olduklarına güvendikleri kişi veya kişiler eli ile sorunlarının giderilmesini istemeleridir. Bu nedenle, acz içinde olan yargı sistemi değil, tahkimde uzmanlaşma ve güvenlik ön plana çıkarılmalıdır.
1. Tahkim Yargılamasının Avantaj ve Dezavantajlı Yönleri: İstanbul Tahkim Merkezi Kanun Tasarısındaki bazı ard niyetleri ortaya koymadan önce, bir tahkim hakemi ve avukatı olarak, tahkim yargılamasının devlet yargılamasına göre daha avantajlı yönlerini belirtirken, dezavantajlarını da dile getirmek isterim.
1.1. Uyuşmazlığın Kısa Sürede Çözümü: Ticaret dünyası düzdür, üzerinde hiç güneş batmaz. Dünyanın her yanında her zaman piyasalar açıktır ve ticari faaliyet sürmektedir. Kısaca, ticarette kural “vakit nakittir”. Bundan başka, sadece ticari uyuşmazlıklar için değil, her türlü sorun için “ağrın neredeyse canın oradadır” atasözünde olduğu gibi, davası olanın gecesi gündüzü birdir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümünün en kısa zamanda yapılması ve tarafların haklarına bir an önce kavuşması amaçlanmaktadır. Bizim adli ve idari yargı sistemimiz maalesef ki çok yavaş işlemektedir. Dosya yükü fazla olmasının yanı sıra, 6100 sayılı HMK’nın getirdiği hantal yapı da yargılamayı uzatmaktadır. Şu an dava açsanız, bazı mahkemelerde sekiz-dokuz ay sonra duruşmaya girebiliyorsunuz. Üstelik İstinaf Mahkemeleri de (Bölge adliye mahkemeleri) sisteme eklenerek, 3 dereceli yargılama süreci başlayacak. Bu kanun ile yargılama süreci eski kanuna göre uzadığı ve pahalı hale geldiği gibi, müvekkillerimizi de mutsuz etti.
Tahkim yargılamasında ise hakemler, devlet yargılamasındaki gibi dosyaya boğulmadıkları için, herkes uyuşmazlığın çözümüne odaklanmakta, dilekçeler ve deliller çok seri şekilde toplanmakta, yasak savma kavlinde gereksiz duruşma açılmamakta, bunlar da yargılamayı çabuklaştırmaktadır.
Ancak itiraf etmeli ki, tarafların özgür iradesi ile uyuşmazlıklarını çözmede güvendiği ve verilecek karara uyacaklarını beyan ettiği hakemlere, devlet bir türlü güvenememektedir. Hakemlerin verdiği karar, önce iptal davası açılarak devlet yargısı önüne gitmektedir. Şekli bir takım nedenlerin bu aşamada incelenmesine katılabiliriz. Ancak iptal kararından sonra, bu kararın da temyize götürülmesi, hatta Yargıtay’ın da işin esasına girerek inceleme yapması, tahkim mantığının kavranamadığını ortaya koymakta olup, kabul edilemeyecek bir durumdur. Taraflar “bizi devlet değil, güvendiğimiz hakemler yargılasın, biz ona uyacağız” derken, dosyaya boğulduk diye çığlık atan Yargıtay’ın “yok, illa burada da ben karar vereceğim” demesi, özgür iradeye müdahaleden başka bir şey değildir. Sonuçta bu müdahale, yargılamayı da gereksiz yere uzatmakta, tahkimin en önemli avantajlarından birini yok etmektedir. Bu nedenle, iptal davasından sonra, bir de temyiz yolunun açık olması, tahkimi işlemez hale getirmektedir. Kanun koyucunun asıl bu soruna çare bulması gerekir.
1.2. Ucuz Maliyet: Devlet yargılamasındaki sürecin uzun olması, hem yargılama maliyetlerini artırmakta, hem de elde edilmesi geciken hak nedeniyle alternatif maliyet doğmaktadır.
Kurumsal olmayan (ad hoc) tahkim yargılamasına başlarken bir harç alınmayıp, sadece yargılama için gerekli masraf sekreterya tarafından açılan hesaba depo edildiğinden, özellikle uyuşmazlık konusu meblağın yüksek olduğu davalarda maliyet, görece olarak düşük olmaktadır. Kurumsal tahkimlerdeki dava ücretlerinin de devlet yargısındaki harçlara oranla düşük olduğunu söylemeliyiz.
Tabi bu arada, 2013 yılı için yargılama harçlarına yapılan fahiş zamma değinmeden geçemeyeceğim. Örneğin ticaret mahkemesinde açtığınız bir davada, 2012 yılı için karar ve ilam harcı dava konusu değerin binde 59,4 iken, bu oran 2013 yılında binde 68,31 yapılmıştır. Zam yapmak suretiyle “vatandaşın adalete ulaşımını engelleyen” bu düzenlemenin bilinçaltında, yargının özelleştirilmesi ve yürütmeye bağlanması operasyonu yatmaktadır (Aşağıda ayrıntılarıyla inceleyeceğiz).
1.3. Güvenirlik: Güven, tahkim yargılamasının “can suyu”dur. Güvenirliğin olmadığı yerde tahkim yargılaması yapılamaz. Güvenirliğin iki cephesi bulunmaktadır.
İlk olarak, yatırımcı, yatırım yapacağı yerde kendini hukuken güvende hissetmek ister. Hukuk güvenliğinin olmadığı yerde yatırım da olmaz, yaşam da. Özellikle yabancı yatırımcılar sermayelerini getirirken, hukuki riskleri minimuma indirmek isterler. Bilmedikleri bir hukuk sisteminde yargılama yapılması, yabancılar için büyük risktir. Bu sadece yabancılar için değil, tüm herkes için büyük risk taşımaktadır. Bu riskin ortadan kaldırılması için, taraflar sözleşmelerinde tahkim şartı yanı sıra, uygulanacak hukuku da belirleyebilirler.
Güvenirliğin ikinci cephesi ise, hakeme ve tahkim kurumuna güvendir. Taraflar uyuşmazlığı çözecek hakemi seçerken, konu hakkında uzman ve objektif karar verebilecek hakem atayarak, sağlıklı ve kısa zamanda karar çıkmasını sağlayabilirler. Bu inancın sarsılması, tahkim yargılamasını tamamen bitirir. Özellikle tahkimi yargılamasını yapan tahkim hakemi, derneği ya da kurumu, güvenirliğini yitirdiği an, bu yargılama sistemi içinde yok olmaya mahkum olur.
Bir ara, finansal yargılamalara ilişkin uzman (ihtisas) mahkemelerinin kurulması gündeme gelmişti. Toplantılarda bu mahkemelerin kurulması için mangalda kül bırakmayan bazı sektör temsilcileri, aslında bu mahkemelerin kurumasını istememekteydiler. Çünkü ihtisas mahkemelerinde, o sektörle ilgili konularda çok iyi yetişmiş hakimler görev yapacaklardı. Oysa ki şimdiki sistemde, her türlü ticari uyuşmazlığa bakan hakimler, özel mevzuat ve sektörün işleyişini yeterince bilmemekte, bu konuda çalışan veya emekli olan kişileri bilirkişi olarak atayarak uyuşmazlığı çözmeye çalışmaktadırlar. Hakimler, doğal olarak hiç bilmedikleri bu konularda, maalesef bilirkişilere teslim olmaktadırlar. Bu noktada yargı sistemimizdeki “bilirkişi yarası” ile karşılaşmaktayız. Çok değerli ve objektif rapor hazırlayan bilirkişilerin yanı sıra, maalesef gelmiş oldukları sektörü koruma eğiliminde veya mesleki deformasyona uğramış olan bilirkişiler de bulunmaktadır. Bu kişilerin hazırladıkları raporlar, maalesef objektif olmamakta, hakimleri sektördeki kurumlar lehine karar vermesi için yönlendirmektedir.
Ayrıca bu kurumlar, “bilirkişi kara listesi” de oluşturmaktadırlar. Bu listenin adı sizi yanıltmasın. Hukuka aykırı rapor hazırlayanların listesi değil, objektif olsa da kurumları ve sektör aleyhine sonuç doğuran tek bir rapor hazırlayan bilirkişi ya da hukuki mütalaa veren bilim insanları bu listeye girmektedir. Oluşturulan listeler tüm sektör kurumlarınca elden ele dolaştırılmakta, davalarda bilirkişi olarak atanmaları engellenmektedir. Bir çok kişi, bilirkişiliği meslek haline getirdiğinden, anılan kurumların engeline takılma riskini göze alamamaktadırlar. Bazı bilim adamları ise, sektör tarafından desteklenerek, lehlerine makale ve kitap yazdırılmaktadır. Buna bir de yargı ve yüksek yargı mensuplarını bazı tatil yörelerinde, “kendilerine bakış açıları ile konuların incelendiği bilimsel toplantıya” davet edilmelerini ve bakış açılarını etkilemeye çalışmalarını eklemek gerekir. Tüm bunlar, kararların lekelenme ihtimali ortaya çıkmakta ve kamuoyunda rahatsızlık yaratmaktadır.
Yargılama sistemi ister devlet yargısı, ister tahkim yargısı olsun; “güven”, üzerine “gölge düşmeyecek” veya “gölgenin söylentisi bile çıkmayacak” nitelikte olması gereken en önemli unsurdur.
Temeli güvene dayalı olan, tarafların hakemini seçmekte özgür olabileceği tahkim sistemi, alternatif bir kurtuluş yolu olacakken, İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı’nın genel kurulunun kimlerden oluşacağına bakınca, “yağmurdan kaçarken doluya tutulunacağı”nı görmekteyiz.
1.4. Gizlilik: Anayasamızın 141. maddesinin “mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır” hükmü gereğince, “aleniyet prensibi” geçerlidir. Yargılamanın aleni, yani halka açık yapılması, yargılamanın güvenirliği içindir.
Ancak ticari sırlarının açıklanmasını istemeyen taraflar, tahkim yargılamasında uyuşmazlıklarını çözme yoluna gitmektedirler. Üçüncü kişilerin duruşmalara giremeyecekleri, sadece tarafların katılacağı duruşmalar yapılır. Ayrıca hakemler, sekreterya ve taraflar, yargılama sırasında öğrendikleri sırları saklayacaklarına dair taahhüt verirler. Aksi taktirde zararın tazmini yaptırımıyla karşı karşıya kalacakları gibi, tahkim yargılamaları için gerekli güveni de kaybedeceklerinden, bir daha tahkim ile ilgili görev alamama ihtimali ile karşılaşacaklardır.
Ayrıca tahkim yargılaması sonucu verilen kararlar da gizli olup, taraflar dışında kimseye verilmemekte, yayınlanmamaktadır. Bu açıdan tahkim yargılaması, bazı kurumlar için bulunmaz nimettir. Özellikle de bazı sektörlerde faaliyette bulunan kurumların, sadece kendi taraf oldukları davalarda değil, sektörün herhangi bir aktörünün taraf olduğu davalarda bile, aleyhlerine emsal yargı kararı oluşturmamak için toplantılar düzenledikleri, işbirliği ve bilgi alış verişi yaptıkları, birlikte tavır alacakları konuları ve kişileri belirledikleri bilinmektedir. Oysa tahkimin gizliliği, emsal karar oluşmasını engelleyeceği için, tüketicilerin, yatırımcıların veya sektörün karşısında bulunan kişiler aleyhine sonuçlar doğurabilecektir.
Buna engel olmak ve tahkime işlerlik kazandırmak, yatırımcı ve tüketicinin güven duymasına bağlıdır. Bu nedenle, yargılama başlamadan önce her iki tarafın kararın gizli olacağına ilişkin açıkça beyanları alınmaması halinde, kararların aleni olacağı bir sistem oluşturulmalıdır. Diğer bir deyişle, sözleşmedeki tahkim şartına, kararın gizli olacağına dair konulan hükmün geçerli olmadığı kabul edilmelidir. Başka bir öneri de, ticari sır dışında kalan, kararın hukuki nitelikteki kısmı yayınlanabilmesidir.
1.5. Yargılamada Demokrasi: Türkiye’deki devlet yargılamasındaki en sıkıntılı konulardan biri, hakimlerin avukatlara iddialarını anlatabilmeleri ve savunma yapabilmeleri için yeterli zaman tanımamalarıdır. Avukat, taraf ve tanık beyanların tamamı hakim tarafından tutanağa geçirtilmekte, gereğinden fazla otoriter tavırlarla avukatlar duruşmadaki şekli unsur haline getirilmektedir. Ticari davalar, yazılı yargılama usulü kurallarına tabi olsa da, yazılı dilekçenin, beden dilinin de kullanıldığı sözle desteklenmesi, duruşmada anlaşılmayan hususların hemen cevaplanarak yanlış ya da eksik anlamaların giderilmesi, yargılamanın sağlıklı sonuçlandırılıp hukuka ve hakkaniyete uygun karar kurulabilmesi için çok önemlidir.
Tahkim yargılamasında ise duruşmalar, taraflar ve/veya avukatların özgürce iddialarını anlatabilecekleri ve savunma yapabilecekleri bir ortamda geçmektedir. Bu sunumlar sırasında çeşitli görsel malzemeler de kullanılarak, iddialar ispatlanmaya çalışılmaktadır. Gerek hakemler, gerekse taraflar delillerle doğrudan temas edebilmekte ve duruşmada bu delilleri tartışabilmektedirler. Tahkimde taraflara tanınan bu özgürlük, hakemlerin gereksiz otoriter davranışlarda bulunmayarak tarafların savunma hakkına sınır getirmemeleri ve yargılamada demokratik bir ortam oluşturması sonucunu doğurmaktadır. Devlet yargılamasındaki şartların aksine, taraflara özgürce derdini ifade etme şansı verilmesi, tahkim yargılamasının tercih edilmesindeki en önemli unsurlardan biridir.
1.6. Karar Tesisinde Güncellik: Taraflar tahkim sözleşmesine aksine hüküm koymamaları halinde, hakemlerin uyuşmazlığı, var olan hukuk kuralları yerine, hakkaniyet ve nesafete göre çözme yetkileri bulunmaktadır. Bu husus, uyuşmazlığın, hayatın doğal akışına ayak uyduramayarak eskiyen bazı maddi hukuk kuralları yerine, güncel gerekçelere dayalı bir vicdani kanaatle dayalı hüküm kurulmasına olanak tanımaktadır.
Ancak tarafların hukuki güvencede olabilmesi için tahkim sözleşmesinde uygulanacak hukuku belirlemelerinde büyük fayda bulunduğu uyarısında bulunmak isteriz.
2. Cıvalı Tahkim Kanunu: İstanbul Tahkim Merkezi Kanun Tasarısı, birçok yönüyle güven sarsıcı nitelikte olduğu görüşündeyim. Bunları genel hatlarıyla sıralayalım:
2.1. Tahkim Merkezinin Kanun İle Kurulması Doğru Mu?
Uluslar arası itibara sahip tüm tahkim yargılaması yapan kurumlar, dernek olarak yapılandırılmıştır. Bunun ön önemli nedeni, siyasetin tahkime müdahalesinin önüne geçmek, devlet yargısının dışında, tarafların iradesi ile belirlenecek tarafsız ve bağımsız bir yargı sistemi oluşturmaktır. Örneğin Alman Tahkim Derneği ve Amerikan Tahkim Derneği, dernek statüsünde kurulmuşlardır ve başarılı çalışmalar yapmaktadırlar. Kanun ile kurulan tahkim mahkemeleri de bulunmaktadır. Örneğin İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu modelinin alındığı Çek Cumhuriyeti Ticaret ve Tarım Odası Tahkim Mahkemesi, kanun ile kurulmuştur. Tabi bu tahkim mahkemesinin ne kadar başarılı olduğuna dair elimizde bir veri olmamakla birlikte, İstanbul Finans Merkezi gibi iddialı bir projenin yargı sistemini karşılayacak bir model olduğu izlenimi almadığımı da itiraf etmek isterim. Belki benim ayıbım ama adını ilk defa duyduğum, yerel bir tahkim mahkemesinin örnek olarak alınması, bende “dağ fare doğurdu” izlenimi uyandırdı.
Ülkemizde tahkim merkezinin kanun ile kurulması, merkezin bağımsızlığı ve tarafsızlığı yönünde şüpheler uyandırmaktadır. Kanun ile kurulunca, kanun ile değiştirilebilme imkanı da doğmaktadır. Bu da ister istemez akıllara güven sarsıcı bir takım örnekler getirmektedir. İkinci 12 Eylül Anayasası ile HSYK’nın yapısının değiştirilerek adli yargının da dizayn edilmesi; bir gece yarısı, yetki süresi dolmaya saatler kala, hiç ilgisi olmayan bir KHK’nin sonuna eklenen bir madde ile İMKB’nin yönetim kurulunun yapısının değiştirilmesi; daha geçende SPK’nın, bir telekomünikasyon şirketinin yönetim kuruluna iki eski bakanı ataması hemen akla gelen örnekler.
Tahkim Merkezinin genel kurulunun yapısına bakıldığında, şimdiden “arpalık” adı verilen bir model oluşturulmaya başlandığı ve ayrıca bu yapı ile tarafsızlığın olamayacağı gözlenmektedir.
Kanuna “özel hukuka tabi bağımsız bir kurum” yazmakla, “bağımsız” olunmuyor. En azından bu izlenim doğmuyor. Bu yapıya güvenip, “maç oynanırken kural değiştirilmeyen” bir sistem olduğuna dair müvekkilime teminat veremem. Bu nedenle ben, bu tahkim sitemine güvenip de müvekkillerimin akdedecekleri sözleşmeye, yargı yeri olarak bu tahkim merkezini yazamam ve de müvekkillerimi bu tahkim merkezine götüremem.
2.2. Taraf Olabilecek Kurumlara Genel Kurulda Yer Verilerek, Tarafsızlık Zedelenmekte, Eşitlik Bozulmaktadır:
Kanun tasarısının 6. maddesinde, tahkim merkezi teşkilatında yer alan genel kurulu oluşturacak üyeler sayılmaktadır. Genel Kurul, Türkiye Bankalar Birliği (TBB), Türkiye Katılım Bankaları Birliği (TKBB), SPK, BDDK ve Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliği’nin (TSPAKB) seçeceği birer üyenin de aralarında bulunduğu toplam 23 üyeden oluşmaktadır.
Bu kurumlar, tahkim yargılamasının tarafı olabilecek ya da tarafın bağılı olduğu veya üyesi olduğu kurumlardır. Böyle bir yapının tarafsız olmayacağı şüphesi doğmaktadır.
Ayrıca genel kurulda TOBB, Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonunun seçeceği adaylar da bulunmaktadır. Ama tüketici ve yatırımcıları temsil edilmediği dikkatten kaçmamaktadır. Anlaşılıyor ki tüketici ve yatırımcılar bu yapıda pek istenmiyor ve “etken değil, sadece edilgen olsun” deniyor. Devlet madem kanun ile bir tahkim yargısı sistemi kuruyor, tarafsız olması gerekmez mi? Tahkim yargısı yetkisini elinde bulunduran bir kesim ile sistemde etkisi olmayan vatandaş karşı karşıya getiriliyor. “Tüketicinin adı yok” ama “gelin sizi yargılayalım” deniyor.
Uygulamayı göreceğiz ama bu şartlar, “cıvalı zar” şartları olabilir. Bu şekilde oluşturulacak tahkim kurulundan çıkacak sonuç tatmin edici olmayabilir. Hele hele gizlilik prensibi gereğince kararlar da alenileşemeyeceği için, içerde adalet dağıtılacağına nasıl emin olacağız? Kanun bu şartlarda oluşursa, müvekkilimi bile bile bu meçhule sürükleyemem.
2.3. Adalet Bakanlığına Bağlı Alternatif Yargı Sistemi Oluşturulmaya Çalışılıyor:
Adalet Bakanlığının idari görevde çalışan bir hakimi de tahkim merkezinin genel kurul üyesi olacak. Bu hakimin Adalet Bakanlığını temsilen Başkan seçileceğini görmemek saflık olur.
Adalet bakanlığının temsilcisi başkan olsun, olmasın; Adalet Bakanlığının, bu “bağımsız” tahkim kurulunda işi ne? Bu, kurulun bağımsız olmadığını tescil etmektedir.
Bu proje aslında Anayasal ilke olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin tasfiyesi, bağımsız yargının yok edilerek, yargının yürütmeye bağlanması ve kuvvetler birliği sistemine ulaşılması projesidir. Yürütme, “tahkim” adı altında kendine bağımlı bir yargı sistemi oluşturmaya çalışmaktadır.
Bağımsız yargı olan devlet mahkemelerinin bağlı olduğu HSYK’nın başkanı Adalet Bakanı ve yardımcısı müsteşarı olduğunu unutmamak gerekiyor. 12 Eylül Anayasası ile Kuvvetler Ayrılığı ilkesi ihlal edilmişti. Bu anayasadan çok şikayetçi olan yetkililer, sıkıntılı bu düzenlemeyi ortadan kaldırıp bağımsız yargı oluşturacağına, kurulun başkan ve yardımcısı hakkında bir değişiklik yapmadı. İkinci 12 Eylül Anayasası müdahalesi ile oluşturulan HSYK’nın yapısının yanı sıra, 07.06.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nda da Adalet Bakanlığına bağlı arabulucular sistemi yaratıldı. Tüm bunlar, endişelerimizde haklı olduğumuzu gösteriyor.
Bu tahkim merkezi kanun tasarısı, bu yönü ile de güven vermemektedir.
2.4. Hukukçu Olmayanlar Tahkim Yargısını Yönetecekler:
23 kişilik genel kurul, sadece 4 avukat ve bir hakim haricinde, hukuk ile ilgisi olmayan kişilerden oluşmaktadır. Yönetim kurulu ise üç asıl ve iki yedek üyeden oluşmakta ve sadece bir asıl, bir de yedek üyenin hukukçu olma zorunluluğu bulunmaktadır. Daha açık bir deyişle, yargılama yapacak sistem kurulmaya çalışılıyor ama genel kurula ve yönetim kuruluna üye olacakların hukukçu olma zorunluluğu bulunmamakta.
Endişemiz o ki, yargılamayı yapacak hakemlerin de hukukçu olma zorunluluğu getirilmeyecek. Ne de olsa, “Money talks” (para konuşur) ve “Cash is king” (para kraldır) kurallarını geçerli olduğu yerde, adaleti dağıtanın hukukçu olması istenmemesi doğaldır.
2.5. İstanbul’da Tahkim Merkezi Kuruluyor, İstanbul Barosu’na Söz Hakkı Verilmiyor:
Tahkim Merkezinin Genel Kurulu’nun dört üyesi, barolar tarafından seçilecek. Türkiye’deki 79 Baro toplanıp, üye sayısına bakılmaksızın aralarından sadece dört avukatı seçerek, bu uyumlu yargı sisteminin genel kuruluna katılabilecek. Oysa ki projedeki Finans Merkezi ve Tahkim Merkezi, İstanbul ilinde kuruluyor. Bu ilde, yaklaşık 30.000 üyesi ile dünyanın en büyük barosu olan İstanbul Barosu bulunuyor. Bu baro, Türkiye Barolar Birliği’ne 99 delege yolluyor. Ama kendi ilinde kurulan ve adalet dağıtma iddiasında bulunan “İstanbul Tahkim Merkezi”nde söz söyleyecek bir üyesini yollama hakkına sahip olamıyor. Sadece 79 oydan birini verebiliyor. Anlaşılan farklı ses çıkması istenmiyor ve sessiz sedasız tahkim yargısı, hukukçu olmayanların kontrolüne veriliyor.
Bir kişi hariç (ki bu da muhtemelen Adalet Bakanlığının atayacağı idari hakim) hukukçu olmayan Yönetim Kurulunda görev yapacak olan üyeler, avukatların Avukatlık Kanunu’ndan gelen “mesleklerinin icrasında tekel hakları” olduğunu inşallah biliyorlardır. Yoksa avukatsız bir yargı yaratmayı da düşünebilirler.
3. Sonuç:
İstanbul Finans Merkezi projesini ve İstanbul’da bir tahkim merkezi olmasını destekliyor ve 2006 yılından beri İstanbul Barosu’nda bu konuda çalışmalar yapıyorum. Ancak İstanbul Tahkim Merkezi Kanun Tasarısında hazırlanan şekilde oluşturulacak bir tahkim merkezinin “ölü doğum” olacağına inanıyorum. Bu yargı, halkın yargısı değil; genel kurulu oluşturan tablonun yargısı olacaktır. Kurulmak istenen bu sisteme, muhakkak bir takım kişi ve kurumlar şapka çıkarmaktadırlar. Ama akl-ı selim hukukçular, ancak kırmızı kart çıkartırlar. Halkımızı uyarmayı bir borç biliyor, müvekkillerimi bu merkeze teslim etmeyeceğimi ve adaleti güvenmediğim bir yerde aramayacağımı ilan ediyorum. 16.05.2013
Av. İsmail ALTAY
İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi