UEFA Ceza Verdi Hukuksuzluklara Karşı “Diren Türk Sporu”
UEFA CEZA VERDİ
HUKUKSUZLUKLARA KARŞI “DİREN TÜRK SPORU”
Bugün UEFA’nın Fenerbahçe SK ve Beşiktaş JK’ye vermiş olduğu cezaları, tarafsız bir spor hukukçusu olarak, hukuki normlar ve gelinen noktanın kendine has şartları dahilinde tartışmak ve tespitlerde bulunmak gerekmektedir. Öncelikle verilen cezayı yorumlayabilmek için, geçmişte yaşananları hatırlamalıyız. Sorunun temeli, 3 Temmuz 2011 şike soruşturması süreci ve sonrasında verilen ve verilmeyen cezalara dayanmaktadır.
Bu süreç önce bir ceza yargılaması olarak başlamıştı. Birçok sanığı olan bu davada, sanıkların işledikleri iddia edilen suçlar, sadece 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un 11. maddesinde düzenlenmiş olan “şike ve teşvik primi” suçlarına ilişkin olmayıp, çıkar sağlamak için kurulmuş silahlı örgüt dahil bir çok suçu kapsıyordu. Hatta 6222 sayılı Kanun 14.04.2011 tarihinde yürürlüğe girerek, “şike ve teşvik primi” suç haline getirildiği halde, operasyona konu edilen eylemlerin bir kısmı, bu tarihten önce yapılmıştı. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi burada püf noktası olmakla birlikte, savcı kanun öncesi yapılan eylemlere ilişkin başka suç vasıflandırmaları yapmıştı. Sonuç olarak sanıklar Özel Yetkili Mahkeme’de (İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde) yargılandılar ve yerel mahkeme önemli bir kısmının suç işlediğine hükmederek ceza verdi. Ancak karar şu an temyiz edildiğinden, dosya Yargıtay incelemesinde olup, karar kesinleşmemiştir. Bazı teşhisleri koyabilmek için, ceza yargılamasında “şüpheden sanık yararlanır” ve “masumiyet karinesi” temel prensiplerini unutmamak gerekir. Bir de muhakemeyi yapanın Özel Yetkili Mahkeme olduğunu; gizli tanık gibi her türlü sonuç doğurabilecek delillerin kullanıldığını; eğer bir suç varsa, işlendiği an müdahale edilmeyerek daha çok suç işlenmesinin beklendiğini, diğer bir deyişle yetkililerin suçun önlenmesi görevini yerine getirmek yerine, daha çok suç işlenmesi için bir nevi tuzak kurulduğunu hatırlamak gerekir.
Spor hukukunun bir kısmı 6222 sayılı Kanun’da tanımlanan suçlara ilişkin ceza yargılaması iken, diğer kısmı da TFF bünyesinde disiplin ve akabinde mecburi tahkim yargılaması sürecidir. TFF Disiplin Talimatı’nın 6. maddesi gereğince, kulüpler, kulüple ilgili kişilerin ihlallerinden dolayı objektif olarak sorumludurlar. Yani objektif sorumluluk gereği, kulüplerin kusuru aranmamakta, ortada bir kusursuz sorumluluk hali bulunmaktadır. Bu kural, futbol disiplin hukukunun temelidir.
Olayın ortaya çıktığı tarihte, Mehmet Ali Aydınlar TFF Başkanıydı. Disiplin soruşturmasına başlanabilmesi için, önce iddianamenin yazılması beklenmek zorunda kaldı. Çünkü soruşturmanın gizliliği ilkesi gereğince, ceza dosyasındaki delillere ulaşılması mümkün değildi. İddianamenin yazılmasından sonra, TFF Etik Kurulu bir rapor hazırladı. Bu arada, UEFA, TFF’den Fenerbahçe’nin Avrupa Kupalarına gönderilmemesini istedi. Yani “nişanı UEFA aldı, tetiği TFF’ye çektirdi”. Fenerbahçe yöneticilerinden bir kısmı, TFF mevzuatlarına aykırı olarak takımın ligden düşürülmesini istedi. Oysa ki bu takım, artık sadece bir futbol takımı olmaktan çıkmış, hisseleri borsaya kote olan halka açık anonim şirket haline gelmişti. Borsaya kote diğer kulüpler gibi, anılan kulübün de aynı zamanda bir yatırım aracı olduğunun unutulmaması gerekir. Yatırımcılar bu süreçte zarar etmeye başladılar.
Disiplin Talimatının 58. maddesi, kulüplere çok ağır ceza verdiğinden, TFF Yönetim Kurulu, talimatı değiştirme yetkisine sahip olduğu halde bu riski alamayarak, konuyu genel kurul önüne getirmek istediyse de başarılı olamadı. Bundan sonraki süreç, UEFA’nın cezalarının gerekçesini hazırladı. Önce TFF Başkanı istifa etti. Ardından, TFF Seçimli Olağanüstü Genel Kurulu’nu yaptı ve genel kurula katılan toplam 231 delegeden 221’inin oyunu alan Beşiktaş JK’nın ve Kulüpler Birliği Vakfı Başkanlıklarını yapmakta olan Yıldırım Demirören, TFF Başkanlığı’na seçildi.
Yeni yönetim, konu hakkında peş peşe üç adım attı. Etik Kurulu değiştirilmedi ama bu kurula yeni rapor hazırlatıldı. Hazırlanan rapor ise ilk rapordan çok farklı oldu. İkinci adım olarak, Disiplin Kurulu ve Tahkim Kurulu değiştirildi. Ve nihayet Disiplin Talimatı’nın 58. maddesi değiştirildi. TFF, 58. madde değişikliği ile UEFA’nın kabul ettiği kriterlerden ayrılmış oldu. Artık “şikenin sahaya yansıması” ve “kişi ile kulüplerin ayrılması” prensipleri bizim futbol mevzuatımıza girdi. Bu yeni prensipler doğrultusunda, yeni Disiplin Kurulu dosyayı inceleyerek, kulüplere ceza vermedi ve sadece birkaç yöneticiye ceza verdi. Kural olarak, Disiplin Kurulu delilleri, soruşturma ve incelemeden edineceği kanaate göre takdir edecektir. Nitekim Disiplin Talimatının 77. maddesi gereğince, Disiplin Kurulu’nun, delillerle ilgili olarak –insan onurunu zedeleyici deliller hariç olmak üzere- mutlak takdir hakkı bulunmaktadır ve kurul üyeleri, delillerin takdirinde vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Ceza yargılamasındaki “şüpheden sanık yararlanır” kuralı bu yargılamada geçerli olmayıp, ters mantık işlemektedir. Bu durumda da ceza mahkemesinde (kesinleşmemiş olan) cezalar ile Disiplin Kurulu’nun vermediği cezalar arasında bir çelişki ortaya çıkmış oldu. Bu nedenle de hep ceza yargılamasının kesinleşmesini beklemek gerekir demiştik.
Ancak neredeyse tüm özel yetkili mahkemelerin duruşmalarına gözlemci olarak katıldığım ve hazırlanan iddianameleri incelediğimden, bu tip mahkemelerdeki yargılamaların atmosfere ilişkin şu tespitlerimi paylaşmak isterim: Bu mahkemelerde, fiilen genel ceza yargılaması kurallarının dışına çıkılmakta, savunma kısıtlanmakta, savcılar görevleri gereği sanık leh ve aleyhine delil toplamak zorunda oldukları halde, sadece sanık aleyhe deliller toplanmakta, temel kuralın aksine “şüpheden savcı yararlanmakta”, iddianamede yargılamanın konusunun dışında olan ancak kişileri rencide edebilecek birçok hususa ve telefon tapelerine yer verilmektedir. Şike davası olarak anılan davanın muhakemesi de, özel yetkili mahkemede yapıldı. Eğer adil yargılamayı etkileyen bir husus yapıldıysa, dosyada vekil kılınan avukatlar gereken itirazları yapmış olacaklarındır. Bizim şu anki durum hakkında yorum yapabilmemiz için, bu hususları da akıldan çıkarmamamız gerekir.
Bilinmesi gerekir ki, spor yargılamasının, devlet yargılamasının sonucunu bekleyecek kadar bol vakti bulunmamaktadır. Çok seri yargılama yapılarak sonuç ilan edilmelidir ki, süren müsabakalar ve sporcular etkilenmesin. Bu olayda da ligler başlayacaktı ve Avrupa Kupalarında Türkiye’yi temsil edecek takımların belirlenmesi gerekiyordu. Türkiye Ligleri biraz ertelendi ama ceza yargılamasının sonucunu beklemek mümkün değildi.
Yeni TFF Yönetiminin, yargılamayı yapacak kurulları değiştirmesi ve mevzuatı da değiştirerek, sonuca etki etmesi, “kuvvetler ayrılığı” prensibinin ne kadar önemli olduğunu, kuvvetlerin bir elde toplanmasının sakıncalarını bir kez daha ortaya çıkardı. Yapılan bu girişim, disiplin yargılamasına muhatap olanların elinden “adil yargılama yapılarak beraat etme” hakkını almış oldu. Maalesef en masumun hakkında bile, kamuoyunun aklında bir soru işareti oluştu. Oysa ki olması gereken, tüm sonuçlarını göze alarak, var olan mevzuata uygun yargılanmak ve o yargıdan çıkmaktı.
Böyle olmayınca, UEFA bu kez işi ele aldı. Bunun hukuki zeminini de, 25.05.2013 tarihinde UEFA Disiplin Kodunu değiştirerek yaptı. 23. maddenin 4. bendi, ulusal federasyonların gerekli incelemeyi yapmaması halinde, UEFA’ya yeniden inceleme ve disiplin yargılaması yapma hakkı verdi.
Tam her şey unutulmuştu denmişken, UEFA Müfettişinin rapor hazırladığı ortaya çıktı. Hatta Başbakan da devreye girmiş, UEFA Başkanına “kulüpler ile yöneticilerin ayrılması gerektiğini” anlatmıştı. Ama UEFA statüsünde böyle bir kriter bulunmamaktadır. Üstelik UEFA, hükümetlerin kendi oyunu olan futbola müdahale etmesini hiç istememekte, aksi takdirde Ulusal Federasyonu organizasyonundan çıkarmaktadır.
Bu noktaya kadar birçok itiraz edilebilir. Normlar hiyerarşisinden bahsedip, Disiplin Talimatının, TCK ve CMK’ya aykırı olamayacağı da ileri sürülebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarının, basit bir futbol oyunu kurallarına nasıl etki edemediği biraz milli duygular eşliğinde söylenebilir. Bunların hepsi mümkündür ama bu noktada varılmak istenen sonuç önemlidir. Futbol denilen bu oyun, kendi ekonomisini ve moral değerlerini yaratmış, tüm dünyada standart kurallarla oynanan, Dünyadaki patronu FİFA, Avrupa’daki patronu ise UEFA olan bir oyundur. Bu sistem içinde kalınma kararı verildiyse, o kurallara uyulması gerekir. Eğer “şark kurnazlığı” ile sorunların görünmez hale getirildi sanılırsa, o takdirde UEFA organizasyonları dışında, istediğiniz kuralla oynayabilirsiniz. İsterseniz iki taş bir top ile, isterseniz üç korner bir penaltı ile bu oyunu oynayabilirsiniz. Sözlük anlamıyla topa ayakla vurduğunuz sürece buna “futbol” da diyebilirsiniz. Ancak o futbol, dünyanın oynadığı futbolun dışında bir futbol olur. Uzun lafın kısası, ya UEFA kriterlerine uyacaksınız, ya da TFF ve onu oluşturan kulüplerimiz bu piyasanın dışında kalacak. UEFA, “benim liglerimde müsabaka edecek kulüp ve sporcuların elleri temiz olmalı” talebini, “sıfır tolerans” olarak formülleştirmekte ve marka değerini koruma hakkını kullanmaktadır.
UEFA müfettişinin hazırladığı raporun dayanağının İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası olduğu duyumunu aldık –ve yukarıda özel yetkili mahkemelere ilişkin genel çekincelerimizi beyan ettik-. Bu karar kesinleşmemiş olsa da, disiplin hukuku açısından, edinilen şüphe, Disiplin Kurulu üyelerinin vicdani kanaatleri, karar verilmesi için yeterli olmaktadır. Belki de UEFA müfettişinin özel yetkili mahkemelerimiz hakkında bilgilendirilmeye ihtiyacı vardı ve bu ihtiyaç giderilerek hukuk yollarının tüketilmesinin önemi anlatılabilirdi ya da Disiplin yargılamasında bunlara da değinilmeliydi.
Cezayı etkileyecek bir unsur da, UEFA’nın, Avrupa Kupalarında mücadele edecek kulüplere “Nisan 2007’den beri hiçbir şike eylemine katılmadığı yönünde taahhüdü de içeren Katılım Kriteri Formuna” aykırı eyleminin tespit edilmesi olacaktır.
Nitekim Disiplin Kurulu, Fenerbahçe SK’ya 2+1 sezon Avrupa Kupalarından men cezası vermiştir. 5 yıl içinde şike olayına karışması halinde, +1 sezonluk ceza çekilmeyecektir. Beşiktaş JK’ya ise 1 sezon Avrupa Kupalarından men cezası verilmiştir. Kulüplerin sorumluları hakkında henüz bir ceza verilmemiş, ilgililer aleyhinde cezanın miktarının belirlenebilmesi için, UEFA müfettişinden ek rapor istenmektedir.
Neden bizim takımlarımıza ceza verilirken, Steaua Bükreş Kulübü’ne ceza verilmediği sitemi sık sık dile getirilmektedir. Bunun cevabı, Romanya Futbol Federasyonu’nun, bu takımı şike nedeniyle yargılayıp -7 puan ile sezona başlatmasında yatmaktadır. Bizim federasyon ise, popülist davranarak “sahaya yansıma” ve “kişilerle kulüpler ayrılsın” ilkeleri doğrultusunda mevzuatında düzenleme yaptı. Aslında bu, sorunun halının altına süpürülmesiydi. Mevzuat değişikliği yerine, tüm deliller ışığında bağımsız bir disiplin yargılaması yapmalıydı.
UEFA Disiplin Kurulu’nun vermiş olduğu cezalara karşı üç gün içinde UEFA Tahkim Kurulu’na başvurulması, beş gün içinde de gerekçeli dava dilekçesinin verilmesi gerekmektedir. Ancak bu başvuru, Disiplin Kurulunun vermiş olduğu hükmün infazını durdurmamaktadır.
Tahkim Kurulu’ndaki savunmaya dikkat edilmesi gerekmektedir. Özellikle Fenerbahçe SK’nın yöneticileri, savunma işini avukatlarına bırakmalı, gerek İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinde, gerekse –medyadan duyduğumuz kadarıyla- UEFA Disiplin Kurulunda yapılan savunma tarzında savunma yapılmamalı, “o da yaptı” ya da “şike sahaya yansımadı, sonuca etki etmedi” savunması değil, şikenin yapılmadığı savunması yapılması gerekmektedir.
Umarız ki kulüplerimiz Tahkim Kurulundan müspet sonuç ile ayrılırlar. Aksi takdirde Tahkim Kurulu’nun kararına karşı, Spor Tahkim Mahkemesi’ne (CAS/TAS) başvurulabilir. Kararın taraflara tebliğinden itibaren on gün içinde CAS’a başvurulması gerekmektedir. CAS, üç ay içinde davayı sonuçlandıracaktır. Bazı durumlarda ek süre alınabilmektedir.
Cezanın ağıtlaştırılması ihtimali nedeniyle CAS’a gitmeme düşüncesine kesinlikle katılmıyorum. Kulüplerimizin borsaya kote şirketler olduğunu, yöneticilerin hissedarlara karşı da sorumlu oldukları unutulmamalı, hukuki hakların tamamı kullanılmalıdır. Aksi takdirde, hem şirket, hem de hissedarlar, hukuki yolları tüketmeyen yönetim kurulu üyeleri aleyhine sorumluluk davası açabileceklerdir.
CAS kararlarına karşı temyiz yolu ise, ancak kamu düzenine açık aykırılık, usul kurallarının ağır ihmali veya yargılamanın adil olmaması nedenlerine dayanarak İsviçre Federal Mahkemesine başvurularak yapılabilir.
İstenmeyen sonuç, UEFA kararlarının tüm merciiler tarafından kabul görmesi olacaktır. Bu durumda UEFA ile TFF arasında bir çelişki ortaya çıkacaktır. Bu durumda da TFF’nin çelişkiyi ortadan kaldırmak için düzenleme yapması gerekmektedir. Aksi takdirde, TFF’ye ceza uygulanması gündeme gelebilecektir.
Ancak ortada TFF Disiplin Kurulunun ve Tahkim Kurulu’nun verdiği kararlar bulunmaktadır. UEFA kurullarının verdiği kararların, TFF Disiplin Talimatının 93. maddesindeki disiplin yargılamasının iadesi şartlarını harekete geçirebilmesi için, TFF Disiplin Kurulunun kesinleşen kararında dayandığı delillerin gerçeğe aykırı olması veya kararı etkileyecek yeni bir delilin ortaya çıkması gerekir. Bu durumda ilgili kişi veya kulüpler ile soruşturma mercii, Disiplin Kurulu’ndan yargılamanın iadesini talep edebilecektir. Disiplin Kurulu ancak bu talep üzerine önceki kararını değiştirebilecektir. Ancak buradaki sıkıntılardan biri, değiştirilen Disiplin Talimatının 58. maddesinin yürürlükte olmasıdır.
Tabi ki tüm bunların yaşanmasını hiçbir futbolsever istemez. Ligimizde asırlık rekabet ve dostluk olmazsa, ligimizin hiçbir değeri olmayacağını hepimiz kabul ediyoruz. Rakiplerimizin varlığı, taraftarı olduğumuz kulübe anlam kazandırıyor. Belki de tüm ligi, derbi maçları için bekliyoruz. Her ne kadar yöneticilerin yaptığı eylemin sonucu hukuken kulüpleri sorumlu kılıyorsa da, spora gönül veren tüm taraftarların alınları aktır. Gezi parkı ile tekrar başlayan kardeşlik hiçbir zaman bozulmamalıdır. Ailemizdeki bir kişinin derdi, ailemizin ve dolayısıyla bizim derdimizdir. Bu zor günlerde kenetlenmek gerekir.
Ancak bundan sonra, tüm kulüplerin profesyonel yöneticilerle yönetilmesine dikkat etmek gerekiyor. Onursal makamlar ile profesyonel makamları ayırmalıyız. Futbolu şahsi çıkarları için kullanmak isteyenlere engel olmalıyız. Unutmamak gerekir ki futbol, artık sadece futbol değil, önemli bir yatırım aracıdır. Tüm yöneticiler hem Futbol A.Ş.’ye, hem yatırımcılarına karşı verdikleri zararlardan sorumludurlar.
Son söz olarak, şikeye, teşvik primine, dopinge, hukuksuzluklara, sportmenlik dışı hareketlere, adil olmayan yargılanmaya, savunmanın kısıtlanmasına, “peşin hükme” karşı “Diren Türk Sporu”. 01.07.2013
Av. İsmail ALTAY
Spor Hukuku Enstitüsü Derneği Yönetim Kurulu Üyesi