Silivri'de Bir Çığlık: “AVUKATLAR BİZİ SAVUNUN!”
SİLİVRİ’DE BİR ÇIĞLIK: “AVUKATLAR BİZİ SAVUNUN!”
İstanbul Ağır Ceza Mahkemeleri’nin bir kısmını, Avrupa’nın en büyük adalet sarayı denilen Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi içinde bulamazsınız. Çok özel yetkili olduklarından, adli sınırlar dar gelir onlara. Silivri Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi içinde yargılamalarını yaparlar. Cezaevi kurallarının geçerli olduğu bu yere, -Av.K.m.58’e rağmen- avukatlar da aranarak içeri girer ve telefonlarını kapıda Jandarmaya teslim ederler. Avukatların bile adliye koridorlarında dış dünya iletişimi kalmaz, yalıtılırlar.
Orası öyle kolay ulaşılabilecek yer de değildir. Aleniyet ilkesi gereğince duruşmalar halka açıktır ama ulaşabilene. Orası sadece sanıklara yakındır. Özel olmanın bir sonucu olsa gerek, sanıklar cezaevi içinden hiç çıkmazlar, istikbale dair mesajı da alırlar. “Peşin hükümlülerdir.” Hem de herkes.
Baro yöneticileri Avukatlık Kanunu’nun (m.76 ve m.95/4,21) vermiş olduğu yetki ve görev ile bu duruşmalara gözlemci olarak gittiklerinde, oturtulacakları yer hep sorun olmuştur. “O sizin kanununuz” deme cüreti gösterenler bile çıkmıştır. Pilavlık pirinç seçer gibi, bu devletin kanunlarını seçebileceklerini, takdir buyururlarsa uygulayabileceklerini sanırlar. Oysa yüksek yüksek koltuklarda oturmayan her vatandaş bilir ki, hukuka uyma zorunluluğu vardır. Sanıklara “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” derler ama iş kendilerine gelince “ben öyle yorumlamıyorum” der, işin içinden sıyrılırlar. İşte bu sesi çıkartanlar, halkın kalbindeki adalet duygusunu zedeleyerek, hukuka ve devlete karşı güveni ortadan kaldırmaktadırlar. Oysa ki hukuk devletinde, herhangi bir makamda oturan, kanunların ve hukukun üstünde oturmaz, oturamaz. İsteseler de istemeseler de, yetkiler kanunlardan alınır ve hukuk sınırları içinde kullanılma zorunluluğu vardır.
Hukuka uyma zorunluluğu, hukukun evrensel kurallarına da uymayı gerektirir. “Adil yargılanma” prensiplerine uymazsanız, yargılama yapmış olmazsınız. Hak arama özgürlüğü kapsamında olan adil yargılanma hakkı, en temel insan haklarından biridir ve hukuk devletinin de temel taşıdır. Adil yargılanma hakkı ve bu hakkın tamamlayıcısı olan hak ve güvenceler, Anayasamızın 36, 37, 38, 138, 139, 140, 141, 142. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde düzenlenmiştir.
Hukuk devletinde, bu hakları şekli olarak, yasak savma kabilinden uygulayamazsınız. Hukuk devletinde, hukuk normları, ruhuna uygun olarak uygulanır; göstermelik değil. Örneğin etkin savunma yapılabilmesi için, soruşturma ve kovuşturmanın her araşmasında avukatların, müvekkillerinin yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez ve kısıtlanamaz (CMK.149/3). Bu hükmü ruhuna uygun olarak uygulamak zorundasınız. Cübbe giymiş birileri orada olsun ama etliye-sütlüye karışmasın, sus-pus orada olsun diyemezsiniz. Yargılama, tez ile antitezin çarpışması sonucu, senteze ulaşılması faaliyetidir. Bu faaliyeti yapan hakim, savcı ve savunmayı temsil eden avukat üçgeninde, avukatı susturarak antitezi dinlemezseniz, geriye iki çizgi kalır ve süreç, bu çizgileri paralel hale getirir. Bu yargılama değildir.
Silivri’deki cezaevi yerleşkesi içindeki Özel Yetkili Mahkemelerin salonlarında, avukatlara söz verilmediğini ve savunma yapmalarına engel olunduğunu; gizli tanıkların bir tuhaf sorgulandığını; bu tanıkları sorgularken görevini yapan avukatlara dava açılmakla kalmayıp, 16 celse duruşmaya katılmama cezası da verildiğini; sanık lehine olabilecek bazı delillerin değerlendirilmek istenmediğini; dosyaya gelen bazı evrakların savunmaya verilmediğini; CMK.m.149/3 açık hükmüne rağmen, avukatların müvekkillerinin yanına gitmesinin engellendiğini ve bu amaçla duruşma salonunun fiziken değiştirilerek sıralarla set çekildiğini, bu setin jandarma ile de desteklendiğini; salonun hem duruşma sırasında hem de duruşma arasında gizli kamera ve mikrofonlarla dinlenip kayda alındığını, bu kayıtlara dayanarak suç duyurusunda bulunularak davalar açıldığını –ki İstanbul Baro Başkanı aleyhine duruşma arasında alınan gizli kayda dayanarak dava açılmıştır-, bu yöntemle savunmanın baskı altına alındığını; savcıların avukatlara hakaret etmesine mahkeme başkanının ses çıkarmadığını; avukatlara “hepinizin kanını içeceğim” diye bağırarak tehdit eden Danıştay saldırısı sanığının duymazdan gelindiğini; avukatların duruşmalardan zorla çıkarıldığını ve aleyhlerine davalar açıldığını ve robokopların duruşma salonunda avukatlara saldırdığını gördük. Keşke salon İstanbul’daki adliye içinde olsaydı ve kaydedilen duruşma görüntüleri televizyondan yayınlansaydı da, adına karar verilen “Türk Milleti” de, dünya alem de görseydi.
İşte “bu ahval ve şerait içinde”, avukatların, savunma görevini yapmak isteyen bir arkadaşlarının robokop saldırısı ile duruşma salonundan çıkarılmasına engel olmak için etten duvar oluşturdukları bir anda, -duymak isteyen kulaklar için- “Avukatlar bizi savunun!” çığlığı atıldı. Bir film izliyor olsaydım, zaman dururdu, sesler kesilir, görüntüler ağır çekim haline gelirdi, soluklar kesilir, heyecanlanmış kalp atışları duyulur ve o yürekleri dağlayan çığlığın ses dalgaları dünyadan çıkıp, anlam verecek kulakları aramak için uzaya, ışık bulacağını umduğu yıldızlara giderdi. Belki oldu, belki olmadı. Ama bu çığlık hep benim kalbimde bir yara olarak kaldı. 15 yıllık mesleğime, bambaşka bir anlam kattı. Sonunu gören, sesini işittiremeyen, savunmasını yapamayan/yaptıramayan, geleceğinin elleri arasında yok olup gittiğinin, artık ailesine kavuşamayacağının, sevdiklerine sarılamayacağının, yatağında yatamayacağının, gece kalkıp dolaptan soğuk su içemeyeceğinin, sokakları göremeyeceğinin, tadamayacağının, koklayamayacağının, hissedemeyeceğinin, diri diri duvarlar ardına gömüleceğinin bilincinde olan bir kişinin yardım çığlığıydı. Oysa o salonda, avukatlarından başka, sanık leh ve aleyhine delil toplama görevinde olan savcı da vardı ve o da sanıkların ve özgürlüğün bir teminatıydı. O salonda, “Türk Milleti” adına karar veren, özgürlüklerin teminatı hakimler vardı. Ya da olmalıydı. Ama o çığlık, tek teminatının avukatları olduğunu biliyordu. Ve o avukatlar, ateşe koşan pervaneler gibi savunma yapmak için çırpındılar. Ne olacağını bile bile savunma yapmak için tek yürek oldular. O salondaki tüm avukatlar, cübbeden çıkan tek bir yumruk olup, masaya “savunma yapacağım!, savunmaya dokunamazsınız!” diye vurdu, direndi. O gün, avukatlık mesleğinin en şanlı günüydü.
O gün -bazı kalplere ulaşmasa da-, birçok anlam yükü ile geçmişten geleceğe, evrenin her yerine “Avukatlar bizi savunun!” çığlığı yayıldı. Bunun doğrudan ve dolaylı sorumluları, tarihe de, insanlığa da bu çığlığı açıklamak zorunda kalacaklar. 24.08.2013
Av. İsmail ALTAY
İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi