Çanakkale Geçildiğinde
ÇANAKKALE GEÇİLDİĞİNDE
19 Şubat 1807 tarihinde İngiliz Kraliyet Donanması’nın küçük bir filosu, 16. yy.’dan kalma Settülbahir ve Kilitbahir kalelerini nöbetçilerin bayram namazında olmalarından yararlanarak aşar, birkaç Osmanlı gemisini batırır, Çanakkale Boğazı’ndan girer, elini kolunu sallaya sallaya Marmara’yı geçer, İstanbul’a gelir ve Büyükada önünde demirler. Toplar İstanbul'a, payitahta çevrilmiştir. Zaman durmuştur İstanbullu için, Osmanlı için. Zaman durmuş, nefesler tutulmuştur. Sultan 3. Selim nefes alamamaktadır. Tarihin dönüm noktasıdır. Çanakkale geçilmiştir. Ve İstanbul namlunun ucundadır.
Yeniçerilerin engellemeleri nedeniyle Sultan henüz Nizam-ı Cedid’i yerleştirememiştir ve ordu savaş kabiliyetinden yoksundur. Ruslar ile savaş sürmektedir. İngilizler de Ruslar’ın yanında yer almışlardır.
Şimdiki değer yargımızla akıl almaz bir şey olur. Osmanlı İmparatorluğunun çocukları şehirlerini savunmaya katılır. Müslümanlar ya da Türkler demiyorum. İmparatorluğun çocuklarıdır onlar. Henüz ayrılık tohumları ekilmemiştir. Rum Patriği de bin kişilik Fener Rumları grubunun başında yeni savunma mevzileri kurmaya katılır. 300 kadar top yerleştirilerek Büyükada’dan Haliç’e kadar olan sular kontrol altına alınır. Türkü, Kürtü, Rumu, Ermenisi, Yahudisi, Lazı ve nicesi, İmparatorluğun, İstanbul’un çocukları sandallara binerler, İngiliz filosunu denizden de abluka altına alırlar. İngiliz amirali Duckworth, aç ve susuz kalma tehlikesinin yanı sıra, muhtemelen Marmara’dan gelecek Osmanlı kuvvetlerinin sıkıştırması riski nedeniyle filosuna demir al emri verir, dümeni Çanakkale’ye kırar. Bu sefer Çanakkale toplarının tadına bakan İngiliz gemilerinden bazıları yaralansa da, filo Ege’ye kavuşur.
Asıl yara İngilizlerin gemilerinde değil, gururlarındadır. Sultanın karşısına kadar gelmişler, ama imparatorluğun çocuklarının birlikteliğine yenilmişlerdir. Öyleyse bu birliktelik dağıtılmalıdır. İşte tarihin dönüm noktası budur. Emperyalistler lokma lokma yer. Çözüm (!) bulur da yer. Çözer de, böler de yer…
İşte o andan sonra en uzun yüzyıl başlar. O yüzyılda adına “ıslahat” dense de, çözüm (!) ve çözülme süreci başlamıştır. Bu olaydan sadece 18 yıl önce Fransa'da burjuva devrimi yapılmış, sanayi toplumuna uygun bir yapılanmanın temelleri atılmaya başlanmış ve kapitalizm sürecine girilmiştir. Kapitalist sınıfın doymak bilmeyen iştahı için gereken hammadde ve pazar ihtiyacı, yeni sömürgeler arayışına yöneltir Avrupalıları ve hatta Amerikalıları. Çanakkale'si bile geçilebilen Osmanlı kolay lokmadır ama hazmı kolaylaştırmak için bir ölçek milliyetçilik, bir ölçek de din sosu gerekmektedir.
Din sosunu misyonerler hazırlar. Katoliği, Protestanı akın eder imparatorluğun dört bir yanına; manastırlar, kolejler açarlar. Bölünmeyi hazırlayacak kuşaklar yetiştirirler. Milliyetçilik sosunun bir kısmı da buralarda katılır. Ötelerde ve elçiliklerde pişirilir; silahlı çeteler eliyle servis edilir. Ala bulanır imparatorluk.
Artık İmparatorluğun çocuklarının arasına kan girmiştir. Bağbozumu başlamıştır. 1821'de Mora ve Eflak'ta Rum isyanları başlar ve 1829'da Yunanistan'ın bağımsızlığı tanınır. 451 yılından beri Ermeni Apostolik Kilisesine bağlı olan Ermeniler, misyonerlerce Katolikleştirilmeye ve Protestanlaştırılmaya başlanır. O yüzyıl içinde Balkanlar'da peş peşe isyanlar çıkar, Sırplar, Bulgarlar, Karadağlılar, Hırvatlar, Romenler, Arnavutlar tek tek ayrılırlar imparatorluktan. Kırım, Kafkasya ve hatta Doğu Anadolu Rusların eline geçer. Tüm bu coğrafyada Müslümanlar ve Türkler katledilir, kaçabilen Anadolu'ya sığınır. Kuzey Afrika ise sömürgecilerce istila edilir.
"Millet-i sadıka" olarak adlandırılan Ermenler de ayaklanır. Önce sultanın yönetimindeki yüksek görevde çalışan tüm soydaşlarını öldürürler. 1896'da Osmanlı Bankası'nın İstanbul Şubesini basarak dünyadaki ilk terör eylemini yaparlar. Sultana bombalı saldırı düzenlerler. Çeteler dağlardadır. Köyler basılır. Tecavüzler, katliamlar yaşanır. Anadolu da artık tekin değildir. Et tırnaktan ayrılmıştır.
Avrupalıların doyumsuz sömürme kavgası, Dünya Savaşına yol açar. 1915'te, İngilizler ve beraberindekiler ikinci kez Çanakkale’yi geçmeye kalkıştıklarında bu kez karşılarında Mustafa Kemal ve Mehmetçiklerini bulurlar. Ve o Çanakkale, emperyalizme dur diyerek, Kuzeyde 1917 Bolşevik devrimine, Anadolu’mda 1923 Kemalist Devrime analık yapar.
Bugün dahi Mustafa Kemal'i ve onun eserlerini yok etmeye çalışan emperyalistler ile işbirlikçileri, Bolşevik ve Kemalist devrimin rövanşını almaya çalışırlar. Toplumu hipnotize ederler, çağ dışı "etnik köken" ve "inanç" enstrümanları kullanılarak ayrılık tohumları saçarlar. Ama bilmezler ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin çocukları, bu oyuna “dur!” diyebilecek Mustafa Kemallerdir. 21.04.2015
Av. İsmail ALTAY