Kadınlar Gülme Fırsatını 1330 Yıl Önce Kaybetti
KADINLAR GÜLME FIRSATINI 1330 YIL ÖNCE KAYBETTİ
Hamile kadınlar sokakta dolaşmasın. Üç çocuk, dört çocuk, çok çocuk doğursun da dizini kırıp evinde otursun. Karnından sıpa, sırtından sopa eksik olmasın. Kaderi gülmeyen kadın, uluorta kahkaha atmasın. Gül yanağına tebessüm de konmasın. Ters yaparsa dövülsün, sövülsün, öldürülsün. İnancın gereğidir, töre böyledir; katiline indirim yapılsın da devran böyle dönsün gitsin.
IŞİD’e terörist diyemeyen başbakan, “biz yaratılanı sevdik yaratandan ötürü” derken, kurşuna dizilen sabileri, katledilen insanları “sevgi” kavramının neresine koyuyor. Kelle kesilip top oynanmasını, hangi yaratan-yaratılan inancına sığdırıyor. Yunus Emre, dillerde anlamsızlaştırılsın, bölünen toplumla dalga geçilsin diye mi söyledi bu sözleri? Sevginiz buysa, “sevmeyin” demek geliyor içimden.
Egemenlerin yozlaştırmadığı inançlarda, her canlının yaşam hakkı vardır. İnsanların, hükümdarların, patronların, erkeklerin, egemenler hiyerarşisindeki üstünlerin değil, tüm canlıların yaşam hakkı vardır. İster bir dine inanın, ister inanmayın, bakış açınız doğrultusunda tüm canlılar, meşru müdafaa ve ıztırar hali (zorunluluk hali) dışında diğer canlıların yaşam hakkına son veremez. Ekolojik sistemde her canlının önemi vardır. Haddi değildir insanın üstten bakmak diğer canlılara.
Bugün ise insan diğer canlıları, patron işçileri, erkek kadınları, yetişkinler çocukları, inançlar diğer inançları, farklı tercihleri olanları eziyor, dışlıyor, aşağılıyor. İnançlar, aslından saptırıp egemenler piramidine göre oluşturuluyor. Ancak egemenler piramidi, tarihin her döneminde böyle değildi.
Örneğin kadın hakları, tarihsel süreç içinde Türk toplumunda bugün getirilmek istenen yerde değildir. Türkler yaşam tarzı ve kültürleri gereğince diğer toplumlara göre kadın haklarına daha fazla önem vermişlerdir. Nitekim tarihte bilinen ilk kadın hükümdar olan Tomris Hatun, M.Ö. 6. yüzyılda hüküm sürmüş bir Saka Türküdür. Ve ordusunun önemli bir kısmı kadın savaşçılardan oluşmuştur.
Kadın hakları konusunda yaşanan sıkıntılar ise Arap kültürü etkisi altındaki İslamiyet’e geçiş ile başlamıştır. Maalesef ki Türklerin İslamiyet’e geçişi hiç de barışçıl ve sevgi dolu olmamıştır. İslamiyet, geldiği dönemdeki coğrafyada devrim yapmıştır. Ancak Arap toplumu İslamiyet’i, eski kültürleri ve egemenler hiyerarşisinin bir halkası olan erkek egemen bakış açısıyla, bu egemenliği de sarsmak istemeksizin yorumlar. Nitekim İslam anlayışındaki kırılmaya neden olan Emeviler, Dört Halife devrinden (632-661) sonra, mutlak monarşi rejimini kurarlar. İslamiyet, bu döneminde Arap milliyetçiliği ekseninde gelişmiş; Emeviler, diğer kavimleri aşağılar bir politika izlemiştir. Yani Museviliğin sadece İsrailoğullarının dini olduğu inancını andırır bir şekilde, Müslümanlığın da öncelikle Arapların dini olduğu, Arapların diğer kavimlerden üstün olduğu bakış açısı hakimdir Emevilerde. İslam felsefesine aykırı bu bakış açısı, o yıllarda Müslümanlığı evrenselliğini engeller, kullar eşit olarak görülmez. Kılıçlar kan damlamaya, aşağı sınıf da olsa diğer kavimleri zorla Müslümanlaştırmaya devam ederler. Sevgi değildir artık, korkudur ibadetin temeli.
Dahası mezhepler oluşur, mezhep savaşları başlar. Kimin Müslüman olduğuna kullar karar vermeye soyunur. Hadis olduğu iddia edilen sözler söylenir, karanlıkta kalanlar, bırakılanlar olur. İslamiyet’teki bu bölünmeden, tüm taraflar tarih boyunca nemalanır. Yeni yeni iktidarlar, makamlar, egemenler yaratılır. İnançlar üzerinden kan içmek, küp doldurmak kolaydır. Bugünün Türkiye’sinde bile mezhep ayrımının neması uğruna, laiklik ilkesi fiilen yok edilir, kanlar üzerinden politikalar geliştirilir.
673 yılında Emevilerce Buhara kuşatıldığında, bir kadın olan Kibac Hatun komutasındaki Türkler şehirlerini savunmuşlardır. Oysa Arap kültüründe kadınların bu makamlarda olması düşünülemez. Ve bu dönemde Buhara, Talkan ve Curcan’da insanlar, -sözüm ona- din adına, çoluk çocuk demeden katledilir, köle ve cariye olarak satılır; şehirler ise talan edilir. Yani bugün ki IŞİD’in yaptıklarını, o gün Emevi Halifeleri yapar.
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” fikri yoktur o yıllarda. Yunus Emre’nin sevgisi yüzyıllar sonra İslamiyet ile tanışacaktır (1240-1321). Allah ile bütünleşme, O’nun parçası olma anlamına gelen “Ene’l Hakk” telaffuz edilmemiştir daha. Gerçi bunu anlayabilecek adam yoktur ki dile getirildiği yıllarda (922), Hallac-ı Mansur katledilmesin.
Türkler onca katliamdan sonra, İslamiyet’e, ancak Abbasi hanedanlığı döneminde geçerler. Türklerin İslamiyet’i kabul ettiği dönemde, katı bir şekilde erkek egemen anlayışında yorumlanan İslamiyet anlayışı oluşturulmuştur. Oysa ki genel Emevi anlayışına ters, hümanist bir bakış açısıyla İslamiyet’in yorumlanması şansı, 3. Emevi Halifesi 2. Muaviye’nin tahttan feragat etmesiyle -insanlık adına- elden kaçmış olur.
Bunca akan kan, 40 gün için durmuştur. Bir umut doğmuş, bir barış eli uzanmıştır. Dünya 40 günlük devrimci bir halife ile tanışır: 2. Muaviye (Ebu Laylâ Muâviye bin Yezid).
Dört Halifelik döneminin sona erdiği, Hz. Ali’nin suikast sonucu öldürüldüğü yıl doğar 2. Muaviye. Onca kanın aktığı çağda, savaş yanlısı olmayan bir halifedir. Dünya tarihi boyunca iktidar için insanlar birbirlerini boğazlarken; O, halifeliği babasından aldığı halde, hilafetin babadan oğla değil de (eskiden olduğu gibi) bir şura tarafından seçilmesi gerektiğini dile getirir. Nitekim başta halife de olmak istemez ama devlet idarecilerinin "erdemli hüküm sürmenin mümkün olduğu" konusunda kendisini ikna etmeleri üzerine tahta çıkmayı kabul eder. 684 yılında, kadın haklarının korunması, idam cezasının yasaklanması ve zekatın hiçbir kimseye imtiyaz tanınmaksızın zorunlu kılınarak bu uygulamanın devlet eliyle kontrol edilmesi için üç devrimci yasa çıkarır. Tüm egemenlerin nasırına basmış olur bu yasalarla.
Babası 1.Yezid döneminde isyan etmiş olan Abdullah bin Zübeyr, Mekke ve Medine’de halifeliğini ilan etmiştir. 2. Muaviye, babasının isyanı bastırmak için yolladığı orduları geri çeker, barış elini uzatır rakibine. Zübeyr bu eli kabul etmez. Sonunda kan dökülüp birçok kişinin hayatını kaybetmesindense, kendisinin hayatını kaybetmesinin daha uygun olacağını söyleyerek tahttan feragat eder 2. Muaviye.
Kimi der ki, tahtan ayrılma şöleninde zehirlenerek öldürüldü; kimi der ki feragat ettikten iki hafta sonra öldürüldü. Henüz 23 yaşında. Devrimci ama yapa yalnız, anlaşılamamış bir genç. İnsanlık adına bir hoş seda bırakarak göçer bu dünyadan. Kadın hakları savunucuları adını bile bilmez, kitaplar yazmaz. Nasırlarına basılanlar, karanlıkta bırakır adını "din adına".
Olmasaydı keşke böyle! Olmasaydı, kadınlar eşitlik fikriyle 684 yılında tanışacak, haklarını geri vermeyecek; insan insanı öldürmeyecek; eşitlik adına, sosyal devlet adına adımlar atılacak; sevginin tohumları şimdi dünyayı sarmış olacaktı belki. Ve belki Arınç, “kadınlar doya doya gülmeli, kahkahalar atmalı” diyecek, kadınların kaç çocuk yapacağı, doğum yöntemleri, hamileyken sokakta dolaşmalarını konu yapmak akıllara bile gelmeyecekti. Kindar gençlik özlemleri dile getirilmeyecek, inanç pazarlaması ve katliamlar yaşanmayacaktı. M.Ö. 6. yüzyıldan 673 yılına ve “Emevi bakış açılı İslamiyet’e” geçene kadar yönetici de olabilen kadınlarımız, yüzlerce yıl eve hapsedilmeyecek, mülkiyete konu olmayacak, töreler değişik yazılacaktı.
Kanla yazılan inanç tarihinde, kadınlar gülme fırsatını 1330 yıl önce kaybetti. Türk kadınları da Atatürk Devrimleri ve Cumhuriyet ile yüzyıllar sonra kazandığı haklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya şimdi. Ağızlar Yunus Emre’den söylerken, zihinler Emevi kini. 07.08.2014
Av. İsmail Altay