Köpek'in Hikayesi
KÖPEK’İN HİKAYESİ
Cumhurbaşkanlığı seçimine gidileceği şu günlerde, yılların ayların kaosu sürüp gidiyor. Yıllarca süren Ergenekon ve Balyoz davalarının “kumpas” olduğu hükümet yetkililerince 17 Aralık sürecinde dile getirildi. Oysa ki daha dün bu davaların “savcısı” olduğunu her fırsatta dile getiren başbakan, nam-ı diğer Cumhurbaşkanı adayı, birden çark etti. AKP kadroları ve kalemşörleri, tapeler ortaya çıkınca hukukun temel ilkelerini kora halinde dile getirir oldu. Telefon kayıtları birbiri ardına gelirken, çeşitli risklere önlem olarak mahkeme kararı olmadan twitter ve youtube kapatıldı. Mavi kuşun özgür sesi, haber alma ve ifade özgürlüğü ortadan kaldırılarak kısılırken, “devekuşu” toplum yaratılmaya çalışıldı. Daha sonra yol arkadaşına “paralel yapı” diyerek kendini “AK”lama operasyonunu başarıyla uygulayan iktidar, akabinde mukabil operasyonlara başladı. Bu operasyonlar, diğerine de hukukun temel ilkelerini öğretti. Tabi ki bu sırada yolsuzluk dosyaları gündem dışı kaldı. Zaten ahlaki yapının da değiştiğini yerel seçimler göstermişti.
Cumhuriyet tarihimizin unutulması mümkün olmayan bu döneminde, bir ara "hainlik", "ihanet" sorgulamalarıyla, tarihin sayfaları çevrilerek Haşhaşiler ve Yezid dönemine gidildi. Beddualar, hakaretler, bağırış-çağırış içinde şimdi Cumhurbaşkanı seçeceğiz.
Daha önce hiç mi yaşanmadı böyle şeyler? Ne Yezit, ne Haşhaşin. Anadolu Türkleri arasında ilk ayrılık tohumlarının atıldığı, devletin yıkılmasına, ülkenin işgale uğramasına neden olan ve hatta izleri hala devam eden Selçuklu döneminden ilginç bir karakter hatırlanmalı.
Bu aynı zamanda bir “ad koyma” hikayesidir. Türklerde ad almak kutludur. Bir maharet gösterene ad verilir. Ancak anlatacağım bu olay, sıradan bir ad koyma olayı değildir.
1230’lu yıllarda Moğol tehlikesi Anadolu’ya yaklaşmaktadır. Dönemin sultanı 1. Alaeddin Keykubad’ın akılcı ve dengeli politikaları, Moğolları Anadolu’dan uzak tutmaktadır. Daha önce yapılan savaşlarda başarılar kazanan, nice mimarı eser yanı sıra Alaiye şehrinin kuruluş çalışmalarında da bulunan çok hırslı bir mimar, ordu komutanlığı ve başvezirlik makamına kadar tırmanır. Anadolu’daki emirler üzerinde çok büyük bir otorite kurar. Bu başvezir, sultan olmayı amaçlamaktadır. Ancak Sultan, tahtın varisi olarak küçük oğlu İzzettin Kılıçarslan’ı tayin eder. Sabırla örmeye başlar ağlarını, saltanat merdivenlerini çıkmak için başvezir. Önce sultanın büyük oğlu 2. Gıyaseddin Keyhüsrev ile anlaşarak, 1237 yılında Sultan Aleaddin’i bir şölende zehirletir. Akabinde tahta, elinde kukla olarak oynatabileceği 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’i geçirir. Keyhüsrev’in iki kardeşini ve annelerini boğdurur. Moğollardan kaçarak Selçukluya sığınan Harezmşahlı Kayır Han’ı, İzzettin Kılıçarslan’ın desteklediğini ileri sürerek zindana attırır ve öldürtür. Harezmşahlılar isyan eder.
Başvezir, bir yandan yüksek vergiler koyarak halkı ezerken, diğer yandan da makamları para karşılığında satmaya başlar. Kendisine bağlı bir saadet zinciri ve bu bağlamda kulları bakımından istikrar sistemi oluşturur. İlahi adaleti sağlamak üzere Tanrı tarafından görevlendirildiğini söylemektedir. Ancak taht ile arasında, kan engeli bulunmaktadır. Malum o zamanlar Cumhuriyet falan olmadığından, tahta oturabilmek için Selçuklu hanedanının soyundan gelme şartı bulunmaktadır. Hiç çekinmeden önceki sultanın gayrimeşru oğlu olduğunu ileri sürer. Yani annesini, pek makbul olmayan bir statüye, kendini de onun çocuğu haline sokar. Bu durum bıyık altından gülüşmelere neden olur, ama tahta oturmasına yetmez. Hayırlı evlat, kendini ve ebeveynlerini soktuğu statü ile kalır.
Ancak bunun intikamı acı olur. Kendine muhalif olanları, tahta geçmesini engel olarak gördüğü yetenekli devlet adamlarını, ordunun komutanlarını, kadıları, önüne çıkabilecek herkesi öldürtmeye başlar. Bırakın bu gün geçerli insan haklarını, o dönem için dahi kabul edilemeyecek ve içe sindirilemeyecek yöntemler kullanır. Hatta işkencelerle, derilerini yüzdürerek öldürtür. Kininin ve kompleksinin sonu yoktur.
Devlet zayıfladıkça, başvezirin gücü artar. Her diktatör gibi çatışmadan beslenir, devleti kendine göre şekillendirir. Ardından, günümüzde bile zehri süren bir tohum atar Anadolu topraklarına. Anadolu’ya yerleşmiş Türkler ile Moğol istilasından kaçıp gelen Türklerin arasını açacak bir strateji izler. Oysa yaklaşmakta olan Moğol istilasına karşı koyabilmek için birlik olunması gereken günlerdir. Ülkenin selameti, kişisel hırslara feda edilir. Türkmenlerin inançlarına “sapkınlık” denir. Türkmenler dışlanır ve yoksullaştırılır. Adaletsizliğe başkaldıran Türkmenler, 1237 yıllında Baba İlyas ve halifesi Baba İshak etrafında toplanarak isyan eder. Harezmşahlar da Baba İshak’a katılır. Başta isyan çok büyük başarı kazanır, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev başkent Konya’dan kaçmak zorunda kalır.
Kuyusunun kazıldığını, sonunun yaklaşmakta olduğunu anlayan sultan, düzenlediği bir davette başvezirini öldürtür ve ibret-i alem için parçalanmış cesedini kafes içine koyarak sarayın yüksek bir burcuna astırır. Başvezirin öldürüldüğünü öğrenen halk sevinçle burcun altında toplanır ve beddualar etmeye başlar. Ancak ip kopar ve başvezir Sadeddin Köpek’in cesedi, bir mazlumun ölümüne daha sebep olur. Ancak ölse de kanını akıttığı son kişi bu gariban olmaz.
Köpek’in hem devlete, hem millete verdiği zarar hiçbir zaman telafi edilemez. Babai isyanı ancak 1240 yılında, kiralık zırhlı Frank askerleri yardımıyla çok kanlı bir şekilde bastırılabilir. Öyle ki, kadın çocuk demeden herkes kılıçtan geçirilir. Kardeş kanı dökülmüş, bu topraklara mezhep ayrılığının zehirli tohumları atılmış olur. Selçuklu devleti ve ordusu öyle zayıf düşer ki bir daha toparlanamaz ve 1243 Kösedağı Savaşı’nda Moğollara yenilir. Anadolu’ya karabasan çöker. Kan üstüne kan dökülür. Yüzlerce yıl sonra bile…
Sadeddin Köpek’e verilen ölüm cezasının az geldiğini düşünen atalarımız, töreden esinlenerek öyle ölümsüz bir ceza verirler ki bu başvezire -her ne kadar o güzel ve sadık dostumuza haksızlık yapılsa da-, “it”e “Köpek” adı konur. Köpek, it; it, köpek olur.
Aradan 775 yıl geçmesine rağmen, zaman zaman Köpek vücut bulur ya da vücutlar Köpekleşir. Kişisel hırslar ve menfaatler uğruna ayrılık ateşi körüklenir, kardeş kanı dökülür.
Töre son bulmaz. Nice adlar verilmiş ve verilecektir. Bu millet, ülkesini işgalden, kendisini esaretten ve kulluktan kurtaran Mustafa Kemal Paşa'ya "Atatürk" adını vererek başına taç yaparken; kardeşi kardeşe kırdıran, ülkeyi işgale uğratan Köpek'in adını "it"e vererek, sonsuz bir ceza vermiştir. Kimse bir başkası değildir. Hak edene hakkı verilir. Kim olduğumuzun önemi olmaksızın bilmemiz gereken kıssadan hisse; her şey gelir geçer, vade dolar, geride sadece “ad” kalır. Töre devam eder... 05.08.2014
Av. İsmail Altay
Giresun Işık Gazetesi: http://www.giresungazete.net/koseyazisi-728-Kopekin-hikyesi.html