KEMALİST DEVRİMİ ANLAMAK
KEMALİST DEVRİMİ ANLAMAK
Kemalist Devrimi anlamak için öncelikle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 9 Mayıs 1935 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin 4. Büyük Kurultayı’ndaki söylevinin özellikle şu kısmı kulaklarınızda çınlamalı; bu sözleri kalbinizde, beyninizde ve ruhunuzda hissetmelisiniz:
“Uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı bir savaş, yıllarca süren savaş... Ondan sonra içeride ve dışarıda saygıyla tanınan yeni vatan, yeni sosyete (toplum), yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler... İşte Türk Genel Devrimi’nin bir kısa diyemi (ifadesi).”
Bu tabloyu tamamlamak gerekir. “Yeni Osmanlıcılar”in özlediği Fatih Sultan Mehmet ya da Kanuni Sultan Süleyman’ın yaşadığı 15 ve 16. yüzyıllardaki dünya ve Osmanlı İmparatorluğu bulunmamaktadır bizim devrim mücadelesine başladığımız 1919’da. Aksine 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında alınmaya başlanan borçlar ödenemez hale gelmiş, 1881’de alacaklı emperyalist devletlerce Duyunu Umumiye kurularak borçların tahsili yoluna gidilmiştir. Daha açık bir söylemle, 38 yıldır İmparatorluğun mali bağımsızlığının kalmadığı bir tablo yaşanmaktadır 1919 yılında. Tanzimatçı içi boş Batı taklitçileri hakim Dersaadet'e ve bazı büyük şehirlere. Üretmeden tüketme çılgınlığı moda. Siyasi iktidarlar dış baskılara göre belirleniyor. Denge politikası adı altında onursuz bir dış politika ile ayakta kalmaya çalışan bir devlet. Kırım Savaşında müttefik olduğumuz İngiliz ve Fransızlar, artık Osmanlı İmparatorluğunu paylaşmak için Rus Çarlığı ile anlaşmış. Denge politikası beş para etmiyor artık. Yanaşılmaya çalışılan İngilizlerin, 1. Dünya Savaşı başlamadan Osmanlı'yı Almanların kucağına ittiği, Almanların ise Osmanlı’yı bir bütün olarak sömürgeleştirdiği bir tablo ile karşı karşıyayız. İmparatorluğumuz içindeki halklar, yüzlerce yıl birlikte yaşamalarına rağmen kaynaşamamış. Osmanlı Ulusu yaratılamamış. Ülkenin her yerinde açılan misyoner okulları, azınlıkları ve işbirlikçi Türkleri istedikleri kıvama getirmiş. İmparatorluğun her yerinde etnisite ya da inanç üzerinden ayrılık tohumlarını yeşertilmiş. Ve sonuçta Türk halkı haricindekiler uluslaşma sürecine girmiş. Ayaklanmalar, katliamlar ve peş peşe gelen bağımsızlık ilanları... Savaşlar, yenilgiler, kayıplar, üç kıtaya yayılan imparatorluğun ikiyüz yıl süren çöküş sürecinin son sahnesi... Balkanlar’da, Kafkasya’da, Kırım’da yaşanan katliamlardan kaçarak Anadolu’ya sığınan insanlarımız. 1. Dünya Savaşı başında emperyalist Almanların komutasına teslim edilen ordumuzun, savaşın sonunda emperyalist itilaf devletlerince teslim alınmaya çalışılması. İşgal edilmiş bir ülke, işgal edilmiş payitaht, dağıtılmış ordu, ülkeyi teslim edecek manda arayan padişah ve sözde aydınlar... İmzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasına uymaksızın Misak-i Milli sınırlarını ihlal eden ve Büyük Britanya İmparatorluğu'nun Osmanlı Kolonisi bayrağını hazır etmiş düşman. Tahtı korumak için Kutsal İsyanımızı bastırmaya çalışan Sultan. İşgalci Yunan Ordusunu hilafet ordusu olarak tanımlayan hainlik. İdam fermanı yayınlama alçaklığı. Ermeni ve Rum çetelerine katılmış komşusunun ne zaman kendisini keseceğini, camilere doldurup yakacağını kestiremeyen kanı canı çekilmiş Türk halkı. Açlıktan kırılan Anadolu. Anadolu, tarım devriminin yapıldığı kara saban çağının ötesine geçememiş, üretim çok çok az. Bırakın sanayi devrimini, fabrika bile Anadolu’ya neredeyse hiç uğramamış. Sermaye birikimi hiç oluşmamış. Karayolu yok. Demiryolları ve kabotaj hakkı yabancıların işletmesinde. Kapitülasyonlar kanımızı emiyor. Bankacılık, borsa, ticaret ve zanaat yabancıların ve azınlıkların elinde. Türk delikanlısının payına düşen ise cephelerde ölüm. Hastalıklar, salgınlar kasıp kavuruyor Anadolu'yu, ama mücadele edecek sağlık kadrosu yok. Okuma yazma bilen yok denecek kadar az. Kadının ise adı hiç ama hiç yok. Cehaletten beslenen din tüccarları, saf dindar insanlarımızı sömürecek bir düzen kurmuş. Tekke ve tarikatlar ise ruhban sınıfı oluşturmuş. Çocuk ölümleri, yetimler, yakılmış yıkılmış köyler, kasabalar, şehirler. İsyanlar, ihanetler, suikast girişimleri... İşte bu iklimde, namlunun ucunda, kelle koltuk altında “tam bağımsız ulus devlet” kurmak ve çağı yakalamak için yapılan devrim mücadelesi...
Yani aslında yaşananların tablosu, son halife Abdülmecit Efendinin –kadını aşağılayan- harem yaşamını anlattığı nü çalışmasında ki gibi değildi. Gerçek tablo, Nazım Hikmet'in “... Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen, Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ...” diye betimlediği onurlu kadınlarımızın kurtuluş için sırtında ve kağnısında taşıdığı top mermisi, cepheler, çile, hastalık, yokluk ama iffet ve yaşam mücadelesi azmiydi.
Yaşanan tablo bu, ama sadece bu tabloya bakmak da Kemalist Devrimin önemini anlayabilmek için yeterli değil. Dünyanın yaşadığı üç büyük devrimi de hatırlamak gerekir: Burjuva-Fransız Devrimi, Sosyalist-Rus Devrimi ve Kemalist-Türk Devrimi. Tarihsel diyalektik perspektifinden baktığımızda bizim devrimimiz, diğer iki devrimin getirdiği tez ve antitezin sentezini oluşturmaktadır. Yine bizim devrimimiz, kapitalizm (özellikle tekelci kapitalizm) ve emperyalizm ile monarşiye karşı yapılmış bir devrimdir. Ulusal Kurtuluş/İstiklal Savaşı kazanılarak bir “Ulus” ve “Ulus Devlet” oluşturulmuştur. Bununla birlikte savaş sürecinde Anadolu’da aydınlatma devrimlerine başlanmış, sürekli devrimlerle halk egemenliğine dayanan, tam bağımsız, laik ve çağdaş, üniter bir Cumhuriyet kurulmuştur. Ve demokrasinin alt yapısı hazırlanmıştır. Dahası, emperyalistlere karşı kazanılan zaferle, mazlum milletlerin umudu olunmuş ve emperyalizme karşı devrimler çağı başlatılmıştır. Bu nedenle ben Kemalist Devrimin üç cephesi olduğunu düşünüyorum. Birinci cephe "Kurtuluş/İstiklal Savaşı"dır. İkinci cephe sürekli devrimlerden oluşan "Aydınlanma Devrimi"dir. Üçüncü cephe ise mazlum milletleri tam bağımsızlıklarına kavuşturarak "antiemperyalist devrimimize yaşam alanı oluşturma" cephesidir.
Devrimlerimizin ruhunu "tam bağımsızlık" ve "ulusal egemenlik" anlayışımız ve "Atatürk ilkeleri" ya da "altı ok" olarak anılan Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik ilkeleri oluşturmaktadır. Bu ilkeler bir bütündür ve birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Bizim devrimimiz toplumun her kesimini kucaklar ve bütünlüğü sağlar. Halkın meclisi ve halkın ordusu ile yapılmış, bir halk devrimidir. Kurtuluş Savaşında halkı oluşturan tüm unsurlar, TBMM'de temsil edilmiştir. Ve savaşı bu halk meclisi yönetmiştir. TBMM, yetki ve yaptırım gücünü, millet iradesini yansıtan “Kuvayi Milliye Ruhu”ndan almaktadır. Bu nedenle tacı tahtı devirerek, egemenliği kayıtsız şartsız gerçek sahibi olan halka vermiş ve Cumhuriyet rejimini kurmuştur. Hedefi Demokrasidir. İki defa çok partili hayata geçiş denemesi, kadınlara da siyasi hayatta yer vermesi bunun somut kanıtlarıdır.
Fransız Devrimi burjuva sınıfının, Rus Devrimi ise işçi sınıfı devrimidir. Bunlardan farklı olarak Kemalist Devrim bir sınıf devrimi değil, ulusal, antiemperyalist bir halk devrimidir. Halk, emperyalist kapitalizmi destekleyen yerli işbirlikçiler haricindeki köylü, işçi, esnaf, üretici, aydın ve asker kesimidir. Halkçılık anlayışımız, halkı sınıflara bölmez, aksine bütünleştirir. Bize göre "devrim araç, halk amaçtır." Kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti'nin ve art arda gelen devrimlerin tek amacı, halkın bütünleşmesi, yaşam düzeyinin yükseltilmesi, mutluluğunun artırılmasıdır. Her devrimimizde halkın bütünleştirilmeye ve ulus oluşturulmaya çalışıldığını görmekteyiz. Örneğin şapka ve kıyafet devriminde bile bu açıkça görülmektedir. İnançlara, etnisiteye ya da yaşadığı coğrafyaya göre farklı kıyafet giyen, bu yönüyle bile ayrıştırılmış halk ile sosyal hayatın ve ekonominin dışına itilen kadınlar, kıyafet devrimi ile bütünleşmiş, ulusun eşit parçası haline gelmiş, sosyal hayata, eğitime ve ekonomiye katılma hakkına kavuşmuştur.
Bizim milliyetçilik anlayışımız bir ırkın ya da etnisitenin üstünlüğü anlayışına dayanmaz. Üstün ırk kavramı, Avrupalıların hastalıklı ırkçı bakış açısıdır. Biz antiemperyalist mücadeleden gelerek ulus oluşturan bir milliyetçilik anlayışına sahibiz. Antiemperyalist niteliği ile evrenseldir milliyetçilik anlayışımız. Halkı ırklara ve etnisiteye göre bölmez ve sömürmez. Aksine birleştirir. Tarihten gelen ve birlikte inşa etmekte olduğumuz geleceğe yönelen azim, irade ve ülkü birlikteliğidir. Mustafa Kemal 1920 Şubat'ında Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'ndeki başyazısında, "Mütareke hududu, kabul ettiğimiz milliyet prensiplerinin çizdiği huduttur. Bunun dahilinde yaşayan insanları, ırkları ve kavimleri ne olursa olsun milletdaşımız addeyliyoruz" demektedir. Medeni Bilgiler kitabında ise "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" tanımını yapmıştır. Devrimimiz, tüm unsurlarının eşit olduğu ve birleştiği bir "Türk Ulus" yaratır ve emperyalizmin karşısına diker. İşte bu direnişten rahatsız olanlar ve onların işbirlikçileri, bugün de ırk ve etnisite söylemleri ile Türk Milletini bölmeye çalışmaktadır.
Dil devrimi ve tarih araştırmaları ile, Türk ve Anadolu'da kurulmuş uygarlıkların, dünya uygarlığına katkı ve etkileri bilimsel yöntemlerle incelendi ve açıklığa kavuşturuldu. Batı ya da Osmanlı merkezli tarih anlayışına karşı, bağımsız bir Türk Tarih Tezi ortaya konuldu. Irkçı ve kendinden başkasını aşağılayan emperyalist Batı'nın önüne, en az onların uygarlığı kadar gelişmiş ve diğer uygarlıkları etkilemiş bir Türk uygarlığı dikildi. Emperyalist Batı, dil ve ırk ilişkileri ile "akraba" ve "yaşam alanı" mitleri uydurarak sömürgeciliğine tarihsel dayanak yapmaktaydı (ki hala bu yönteme devam etmektedir). Emperyalizmin elinden bu "ırkçı koca yalan" kozu alındı. Ezberleri bozuldu, burunları kırıldı.
Biz; laiklik ilkesi ile toplumun inançlara göre parçalanmasının önüne geçtik. Devleti, tüm inançlara eşit mesafede yapılandırdık; dinin baskı aracı olarak kullanmasını engelledik. Laiklik ile, din-siyaset ilişkisinin kesilmesi, dinin çıkar için kullanılması önlendi. Din ve dünya işleri birbirinden ayrılarak, tüm yurttaşlara vicdan, ibadet ve inanç özgürlüğü sağlandı. Ayrıca cehaletin sömürülmesiyle oluşturulan dogmalar temizlenerek, özgür akıl ve özgür birey yaratıldı. Böylece bilimsel gelişmenin ve çağdaşlaşmanın yolunu açıldı.
1517 yılında, Yavuz Sultan Selim Mısır'dan halifeliği devralarak din ve devlet işlerinin tek elde toplanması yolunda adım atarken; aynı yıl Avrupa'da Martin Luther kilisenin kapısına protestosunu çiviledi, İncil'i Almanca'ya çevirdi, insanlara kendi dilinde anlayarak ibadet etme imkanı tanını tanıdı ve laikliğe gidecek yolu açtı. Türkiye ise laiklik yolculuğuna, Kemalist Devrim ile, 1924 yılında Hilafeti ve Şer'iye ve Efkaf Vekaletini kaldırarak ve eğitim ve öğretimi birleştirerek (Tevhid-i Tedrisat) başladı. Yani Avrupa ile aramızdaki bu anlamdaki dörtyüz yıllık fark, beş yıl içinde kapatıldı.
İslam dininin dört fıkıh mezhebinden olan ve Türkiye'de yoğun olarak mensubu görülen Hanefi Mezhebi'nin kurucu imamı Ebu Hanife, "Anadilinde ve anlayarak ibadet edilmesi gerektiğini" söylemektedir. Yüzlerce yıl sonra, ibadetin anadilde ve bilinçli olarak yapılmasının yolu, Atatürk tarafından açıldı. Kuran'ı Kerim Türkçeye çevirtildi, ezanın ve hutbeler Türkçe okunmaya başlandı. Papa Eftim, Türk Ortodoks Kilisesi'ndeki ayinleri Türkçe yapmaya başladı. Tekke ve tarikatlar kapatıldı. Allah ile kul arasına girerek inanç ticareti ve her yönlü toplumsal sömürüyü yapan zihinsel tutukevi sistemine son verildi.
Devletçilik anlayışımız, kapitalizm ve emperyalizmin sömürüsüne ve ülkemizin gelişmesinin önlenmesine karşı duruşumuzdur. Ulus devletlerin kurulması, ulusal üretime ve ulusal pazarın oluşmasına bağlıdır. Devletçilik, korumacılık ve planlı ekonomi ile, kamu yararına yatırımlar yaparken, endüstri devrimini de yakalamayı, çağdaş ülkeler ailesine katılmayı hedefledik. Ancak bireyin gelişimini önüne de set çekmedik. Devleti düzenleyici, denetleyici ve bazı stratejik sektörlerde kamu adına yatırımcı olarak teşkilatlandırdık. Devlet ile özel teşebbüsü birbirine karşıt değil, birbirlerinin tamamlayıcısı olarak gördük. Kurumlar arasında sağlıklı bir denge oluşturduk. Türkiye'nin şartlarından doğan, tam bağımsızlık ülkümüze uygun bir ekonomik modeli yapılandırdık. Yabancı sermaye elindeki imtiyazlı işletmeleri millileştirdik. Oluşturduğumuz model ile kalkınma için yabancı sermayenin şart olduğu dogmasını çökerttik. Türkiye'yi Batının tüketim ürünlerinin açık pazarı olmaktan çıkardık. Toplumsal, ahlaki ve ulusal bir devletçilik politikası oluşturduk.
Tam bağımsızlık için "kendi kendine yeterli bir ülke" yarattık. "Üç Beyazlar" ve "Bir metre daha demiryolu" devrim yıllarının en önemli iki sloganıydı. Bez, şeker ve undan oluşan "üç beyazlar" ihtiyacının tamamen ülke içinde üretilerek karşılanması ve bu ürünlerin ülkenin büyük bir kısmına yayılabileceği kadar demiryolunun yapılması hedeflendi ve başarıldı.
Desteklenmesi hedeflenen sektörlerin finansmanı için görevlendirilmiş bankalar kuruldu. 1939 yılına kadar Sümerbank 17 fabrika kurdu. Etibank, modern maden işletmeleri kurdu. Emlak ve Etyam Bankası, konut kredisi dağıttı ve konut yapımına destek verdi. Denizbank, deniz taşımacığını kamulaştırdı ve bu konuda çalışmalar yaptı. Ziraat Bankası, tarımı; Halk Bankası, esnafı; İş Bankası tüccar ve sanayiciyi destekledi. Halk, yükselen fabrika bacalarına "Atatürk minareleri" adını verdi.
Devletçilik politikası sonucunda, Türkiye tarihinde ilk kez 1923-1938 yılları arasında paramız değer kazandı; bütçe açık vermedi, denk bütçe oldu; dış ticaret açık vermedi, ticaret fazlası verdi. Yoktan var ettik, ama Türkiye'nin tam bağımsızlığını zedeleyecek dış borç hiç almadık. Maalesef ki karşı devrim sürecine girildiği andan itibaren, bir daha böyle bir dönem yaşanamadı...
Devrimcilik ilkemiz ise aslında "ok" ile temsil edilse de, tüm ilkelere devinim kazandıran bir "yay" niteliğindedir. Kemalist Devrim, sürekli ve kesintisiz devrimler ile diğer devrimlerden çok daha kapsamlıdır. Siyasi kurumlar, sosyal ilişkiler, dinsel alışkanlıklar, aile ilişkileri ve ekonomik yaşam köklü bir biçimde yenilenmiştir.
İstiklal Savaşı ile başlayıp sadece 19 yıl içinde, saltanatın kaldırılması, Ankara'nın başkent oluşu, Cumhuriyet'in ilanı, hilafetin kaldırılması, kıyafet devrimi, tekke ve tarikatların kaldırılması, takvim, saat ve ölçü birimlerinin çağa uygun hale getirilmesi, hukuk devrimi, harf devrimi, dil devrimi, tarih araştırmaları, kadın hakları, soyadı, tarım devrimi, toprak devriminin hazırlıkları ve iskan uygulamaları, eğitim devrimi, üniversiteler, millet mektepleri, askerlerden köy eğitmenleri oluşturularak köylerde eğitim ve tarım seferberliği, köy enstitülerinin temellerinin atılması, tohum ıslah istasyonları, tarımda makineleşme, kooperatifçilik, hayvancılığın iyileştirilmesi, hayvan türlerinin çoğaltılması, hayvan hastalıkları ile mücadele, aşı ve serum üretimi, İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, ormancılık, sağlık ve sosyal güvenlik politikaları, kara, deniz, demir ve tramvay ulaşımı ile limanların millileştirilmesi ve geliştirilmesi, istikbal göklerde hedefi ile havacılık çalışmaları ve kurulan uçak fabrikası, elektrik şirketlerinin millileştirilmesi, barajlar, köprüler, konutlardan şehirleşmeye kadar bayındırlık çalışmaları, madencilik, ulusal üretime dayalı ekonomik büyüme için hazırlanan kalkınma programı, sanayileşme ve ulusal üretim, çırak eğitimi, yurtdışına burslu öğrenciler yollanarak mühendis, sanatçı, bilim adamı yetiştirme programları, reji yönetimine son verilmesi, tütün ve alkol sanayisinin devlet tekeline alınması, "tam bağımsızlığın, ancak mali bağımsızlıkla gerçekleştirileceği" ülküsü ile oluşturulan devlet maliyesi, denk bütçe, Türk parasının korunması politikası, gümrük vergilerini artırarak ulusal pazarın koruma altına alınması, yerli yatırımcının teşvik ve muafiyetlerle desteklenmesi, yerli malı üretiminin ve kullanımının desteklenmesi, milli üretimi destekleyici bankacılık çalışmaları, milli sermayenin yaratılması, tasarrufun desteklenmesi, işçi hakları, onurlu, eşit ve barışçıl dış politika gibi hayatın her alanına ilişkin sürekli devrimlerle çağdaş bir Türkiye yaratıldı. Sanki Türkiye'yi bir bütün olarak zaman makinesine koyup, 19 yılda yüzlerce yıl atlattı Atatürk.
Bizim devrimimiz, aynı zamanda insan hakları devrimidir. Birinci kuşak insan hakları (temel insan hakları) ve ikinci kuşak insan hakları (sosyal haklar), hatta üçüncü kuşak insan haklarının (dayanışma haklarının) çoğu devrimlerimizle kazanılmış ya da yolu açılmıştır. Bu bir zihinsel, kültürel ve hukuksal devrimdir.
Kurtuluş Savaşımız döneminde, Mısır, Tunus, Cezayir, Fas, Suriye, Irak, İran, Afganistan ve Hindistan'ın emperyalistlere karşı verdiği kurtuluş mücadelelerine destek olduk, yardımlar yaptık. Emperyalistlerden temizlenmiş, tam bağımsız devletlerden oluşan bir coğrafya yaratmaya çalıştık. Dış politikamızın temelini, öteki uluslara saygı, antiemperyalizm, mazlum milletlerin dayanışması ve barış ilkelerine dayandırdık. Nitekim Cumhuriyet döneminde öncülüğümüzde kurulan Sadabat Paktı (Türkiye, İran, Irak ve Afganistan) ve Balkan Paktı (Türkiye, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya) hem yaklaşmakta olan 2. Dünya Savaşı'na karşı oluşturulan bir savunma ve barış havzası, hem de devrimimizin yaşam alanını oluşturacak ekonomik ve kültürel ilişkiler sahasıdır.
Devrimlerimizin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını çağdaş, uygar bir toplum haline getirmekti. Yaptığımız devrimler, tüm mazlum milletlere örnek oldu. Biz Kemalist Devrim ile, kapitalizm ya da sosyalizm ve hatta Marksist temelli sosyal demokrasi seçeneklerinden sıyrılarak, kendi halkımızın özünden doğan antiemperyalist bir çağdaşlaşma modelini dünyaya sunduk. Bu niteliği ile devrimimiz evrenseldir.
Mısırlı kadın hakları savunucusu Şitti Şarvari, "Türkler ona Atatürk diyor. Biz ise ona 'ATAŞARK' diyoruz. O yalnız Türklerin değil, bütün Doğu'nun, özellikle kardeş Mısır'ın da atası ve önderidir" demiştir. Evet Atatürk, DOĞUNUN, hatta MAZLUM MİLLETLERİN DEVRİMCİ ATASI, emperyalistlerin kabusu olmuştur. Nitekim Atatürk “Türkiye’nin savunduğu dava; bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu’nun davasıdır... Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak, yerine renk, din ve ırk farkı gözetmeksizin yeni bir çağ gelecektir” diyerek, devrimimizin sadece ulusal olmadığını, evrensel olduğunu vurgulamış; insanlığa, insancıl yeni bir çağın mücadelesinin başladığı müjdesini vermiştir. İşte bunun için, bugün bile yerli işbirlikçiler vasıtası ile yok edilmeye çalışılan Atatürk, emperyalizmin panzehiri olan evrensel bir devrimin önderidir.
Yine işte bunun için kapitalist emperyalizm, antitezi olan sosyalist devrimden arta kalanları bitirdikten sonra, kendine en büyük tehdidi oluşturan Kemalist Devrim’in kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne tekrar döndü. Karşı devrim süreci 10 Kasım 1938 sonrası, Atatürk’ün devrimlerini anlayabilecek ve devam ettirebilecek kadroların henüz yeterince yetiştirilmemiş olduğu dönemde başladı. 2. Dünya Savaşı, DP iktidarı dönemi, NATO’ya katılım, 1971 ve 1980 darbeleri ve ardından gelen siyasi iktidarların, devrimlerimizle elde ettiğimiz tüm kazanımları aşama aşama yok etmesiyle sürdü. Şimdi ise emperyalizm, felce uğratarak ağına sarıp beklemeye aldığı Türkiye Cumhuriyeti’ne, soğuk savaş sonrası yok etmek üzere geri döndü. Soğuk savaş sonrası dünyanın şekillendirmesinin teorisini yazan yazarlardan biri olan Francis Fukuyama "tarihin yani ideolojilerin sonu geldi, artık, liberalizm her yerde ve her şeye egemen" derken; Samuel P. Huntington, “Medeniyetler Çalışması” adlı kitabında önce Batı’nın yeni düşmanının İslam uygarlığı olduğunu ilan ediyor ve sonrasında Atatürk’ü direk olarak hedef göstererek, Türkiye’nin Batı’yı bırakarak İslam alemine dönmesinin, İslam aleminin lideri olmasının en iyi yol olduğunu, bunun için de Türkiye’nin Atatürk’ü, Rusların Lenin’i reddetmesinden daha sert bir biçimde reddetmesi gerektiğini söylüyor. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi bu tez üzerine yapılandırıldı.
Dikkat edilirse, 90'larda Balkanlara yapılan operasyon bölgesi ile BOP coğrafyası, Osmanlı coğrafyası ve mazlum milletlerin Kemalist Devrim'den etkilenerek uyandığı coğrafya ile örtüşmektedir. BOP, "sivil toplum örgütleri"ni, medyayı, işbirlikçi (komprador) sermayeyi ve "terör örgütleri"ni silah olarak kullanmakta. Azınlıklar icat etmeye çalışmakta. Tıpkı yüz yıl önce de misyoner okulları, cemiyetleri, yabancı ve azınlıklar elinde bulunan sermayeyi ve terörü kullandığı gibi. Yine yüz yıl önce olduğu gibi iç karışıklıklar, ayaklanmalar, hileli sandık oyunları ile iktidarları ele geçirme yöntemleri uygulamakta. Algı operasyonları ve gerekirse askeri müdahaleler ile rejimleri, sınırları değiştirmekte. Renkli devrimler, Arap Baharı ve Türkiye'de yaşananlar bu projenin ürünüdür. Soğuk savaş döneminden sonra, ABD emperyalizmi dünyayı “sıcak barış dönemi”ne soktu.
Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, haddini bilmez bir hayalbaz, İngiltere'de Cumhuriyeti (Commonwealth) ilan eden Oliver Cromwell'e kesilen cezayı, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Atatürk'e kesmesini istiyor. Cumhuriyetin İngiltere'ye bir daha dönememesi gibi bir sonucu, sömürmeyi planladıkları dünyanın umudu olan Kemalizm için hayal ediyorlar anlaşılan. Hayallerinin kabusa döndüğü yılları unutmamalarını tavsiye ederiz.
Biz; önderimiz ve başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk'ten, dayatılan seçeneklere hapsolmamayı, bilimden, kendi toplumsal dinamiklerimizden ve kültürümüzden hareketle, kendi gerçeklerimize uygun bir yol bulmayı, hatta yeni yollar açmayı öğrendik. Küba’da, Latin Amerika’da örneklerini gördüğümüz gibi sömürülen uluslar da bunu öğrendi. Emperyalizm korkmakta haklı. Anlayacaklar ki "Mustafa Kemaller Ölmez!" İnsancıl bir çağ gelecek....
01.11.2017
Atatürkçü Düşünce Derneği
Kadıköy Şubesi Başkan Yardımcısı
Av. İsmail Altay
-----------------------------
KAYNAKÇA
AKŞİN, Sina : Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, Ankara 2006
AYDOĞAN, Metin : Türk Devrimi, Elmadağ Yayınları, İstanbul 2014
AYDOĞAN, Metin : Ülkeye Adanmış Bir Yaşam 1: Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, 26. Baskı, İnkılap Yayınevi, İstanbul 2017
AYDOĞAN, Metin : Ülkeye Adanmış Bir Yaşam 2: Atatürk ve Türk Devrimi, 11. Baskı, İnkılap Yayınevi, İstanbul 2017
BEKTAŞ, Mehdi : Kemalizm ve Sosyalizm, İmge Kitapevi, Ankara 2015
BERKES, Niyazi : Türkiye'de Çağdaşlaşma, 10. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2006
ÇEKİÇ, Orhan : 1938 Son Yıl, Geliştirilmiş 6. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 2016
DOĞAN, Ümit : Atatürk'ü Öldürme Planları, Suikast ve Darbe Girişimleri, 3. Baskı, Kripto Yayınları, Ankara 2017
DOĞAN, Ümit : Türk Papa, İstiklal Harbinden Ergenekon Sürecine Papa Eftim ve Türk Ortodoks Patrikhanesinin Faaliyetleri, Kripto Yayınları, Ankara 2016
DOSTER, Barış : Atatürk, Türk Dünyası ve Mazlum Milletler, Ondokuzmayıs Kitaplığı, İstanbul 2004
ETEM, Sadri : Türk İnkılabının Karakterleri, 2. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 2007
HATİPOĞLU, Atakan : CHP'nin İdeolojik Dönüşümü, Kemalizmden Sosyal Demokrasiye, Kaynak Yayınları, İstanbul 2012
HUNTINGTON, P. Samuel : Medeniyetler Çatışması, Derleyen: Murat Yılmaz, 11. Baskı, Vadi Yayınları, İstanbul 2014
KILIÇ, Selami : 2. Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Türk Devrimi ve Fikri Temelleri, 2. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014
KIŞLALI, Ahmet Taner : Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği, 6. Baskı, İmge Kitapevi, Ankara 1994
KONGAR, Emre : ABD'nin Siyasal İslam'la Dansı, Remzi Kitapevi, İstanbul 2012
KONGAR, Emre : Devrim Tarihi ve Toplumbilmi Açısından Atatürk, 10. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul 2006
KUZU, Ali : Atatürk ve CHP'nin Saklı Tarihi, Parola Yayınları, İstanbul 2014
LEWIS, Bernard : Modern Türkiye'nin Doğusu, Çeviren: Metin Kıratlı, 9. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2004
ÖZDEMİR, Hikmet : Atatürk'ü Yeniden Düşünmek, Remzi Kitapevi, İstanbul 2008
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri : Anadilde İbadet Meselesi (Çiğnenen Bir Kitlesel Hakkın Savunması), Bütün Eserleri: 35, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2002
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri : Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü İmamı Azam Ebu Hanife (Esas Fikirleri Gölgelenen Önder), 21. Baskı, Bütün Eserleri: 43, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2016
ÖZSOY, Ali : Kemalizmin İlkeleri: Altı Ok, İleri Yayınları, İstanbul 2016
ÖYMEN, Onur : Çıkış Yolu, Dış Baskılara Karşı Tam Bağımsızlığı Korumak, 2. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul 2010
ÖYMEN, Onur : Demokrasiden Diktatörlüğe İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler, 2. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul 2011
ÖYMEN, Onur : Ulusal Çıkarlar, Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti Korumak, 5. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul 2017
TANYOL, Cahit : Atatürk ve Halkçılık, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1981
TİMUR, Taner : Türk Devrimi ve Sonrası, 5. Baskı, İmge Kitapevi, Ankara 2001
TUNCER, Hüner : Atatürkçü Dış Politika, Kaynak Yayınları, İstanbul 2008
YILMAZ, Hadiye : Kurtuluş savaşımız ve Asya-Afrika'nın Uyanışı, Hakimiyeti Milliye Yazılarıyla, Kaynak Yayınları, İstanbul 2007