Kızma Birader
KIZMA BİRADER
Kızıyor, çok kızıyor başbakan. Kendi gibi düşünmeyenlere kızıyor. Hele hele bir avuç kalmış farklı düşüncesini seslendirebilenlere daha çok kızıyor. En son kızımla “kızmabirader” oynarken televizyonda yakaladık onu, Türkiye Barolar Birliği Başkanına kızıyordu.
“Edepsizlik yapma, siyaset yapıyorsun” diye bağırıyordu, hatibin konuşması biterken. Farz edin siyasi bir konuşma yaptı Barolar Birliği Başkanı, ayıp mı? Olamaz mı? Siyaset yapmak siyasi parti yetkililerinin tekelinde mi? Öyle düşünülüyorsa, eyvah! O zaman daha çok işimiz var. Bu düşüncede olanları, Cumhuriyet ve Demokrasi kavramlarının gerçek içeriği ile tekrar formatlamak lazım.
Bakın sayın yüksek yüksek makamda oturanlar. Cumhuriyetin en basit ve yalın tanımı “halkın, halk için, halkı yönetmesidir”. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi halk, tüm unsurlarıyla siyasetin ayrılmaz bir parçasıdır. Halk sadece yönetilen değil, yönetendir de. Hem de yönetmek için forslu makam koltuklarına, ışıklı ve eskortlu arabalara, koruma ordularına ihtiyacı yoktur. Düşüncesini dile getirerek, eleştirerek idareye yön verir halk. Halkın örgütlü yapıları da yönetim için devrededir. Dernekler, vakıflar, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları ve barolar, siyasi partiler gibi örgütlü yapılar da rejimin bir parçasıdır. Ve tabi ki özgür basın, medya ve sosyal medya da olmazsa olmazıdır rejimin. Hem de rejimin diğer parçasından daha az önemli değildir. Diğer bir deyişle tüm bunların ağzından çıkan sözün önemi, erk sahibi olan yargı, yasama, yürütme ve yürütmenin eli kolu olan idareden daha aşağıda değildir.
Ters gelebilir bu sözler, kızılmasına neden olabilir hatta. Ama bu yoksul bırakılan halk, bizi gerektiğinde bunları söyleyelim diye okuttu. Avukat olmak, hakkı, hukuku ve halkı savunma görevi verir. Üstatlarımız cübbemizi sırtımıza giydirirken, yemin ederiz. Biz, menfaat kölesi olmadığımızdan, doğru neyse söyleriz. Barolar Birliği Başkanı da söz söyleme hakkına hem vatandaş olarak, hem de hak mücadelesi veren avukatlık mesleğini temsil etme makamında olarak sahiptir.
Kızsa da kızmasa da, içi boşaltılarak dillere pelesenk olan demokrasinin ne olduğunu söyleyeceğiz. Hem de öyle ilerisini falan değil, vasatını anlatacağız.
Demokrasi aslında zengin bir haklar ve özgürlükler manzumesinin var olmasıyla var olabilecek bir rejimdir. Otoriter rejimlerin bireyi ezmesine karşı başkaldırı ile başlayıp, bu günlere kadar gelmiştir. Ülkemizden baktığınızda sizin de inkar edilemez katkılarınızla pek de yol kat edilememiş olduğunu görüyoruz ama tüm dünya da demokrasi mücadelesi yeni boyutlar eklenerek sürmektedir.
Demokrasi sepetinin içi çok zengindir. Temel özgürlükler (kişi özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, güvenlik, mülkiyet hakkı, eşitlik), düşünce özgürlüğü, inanç ve ibadet özgürlüğü, öğrenim ve öğretim özgürlüğü, siyasal ve sosyal davranış özgürlükleri (toplanma, dernek kurma, basın ve haberleşme özgürlükleri), siyasal (seçme ve seçilme) haklar, sosyal haklar ve hatta canlı ve çevre hakları bu rejimin parçasıdır. Andığımız haklardan ve özgürlüklerden başka, azınlığın da sesisin dinlenmesini, haklarının korunmasını sağlayacak çoğulculuk ilkesi ve hoşgörü temel taşlardır. Yani demokrasi sadece sandıktan çıkanın hakkının olduğu rejim değildir, diğerini ezme, yok etme özgürlüğü vermez. Milli irade, çoğunlukla azınlığın bütünüdür. Dengelerin korunduğu rejimdir. Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkesi sistemi ayakta tutan ve asla sarsılmaması gereken sütunlardır.
Bu haklara daha pek çok hak eklenebilir ve zaman içinde eklenerek demokratik toplum gelişecektir. Ama ne kadar eksik olursa, demokrasiniz o kadar eksik olur. Ya da demokrasi olmaz.
Örneğin işsizlik yüksek bir orandaysa ve çalışma hakkı kullanılamıyorsa, kitleler sadakaya muhtaç ediliyorsa demokrasi olamaz. Tek bir düşüncenin dikte ettirildiği eğitim varsa ya da eğitim öğretim kısıtlanmışsa, eğitim hakları birilerinin elinden alınıyorsa orada demokrasi yoktur. Özgürce düşünceler açıklanamıyorsa, bu açıklamalar karşılığında hakaretler ediliyor, haklarında soruşturma ve kovuşturma yapılıp, orantısız ve haksız yargılama tedbirleri uygulanıyorsa ve aleyhlerinde davalar açılıyorsa orada demokrasi yoktur. Haber alma ve kendini ifade etme özgürlükleri kısıtlanıyor hatta yok ediliyorsa, özgür mavi kuş susturulup devekuşu toplum yaratılmak isteniyorsa demokrasi yoktur. Vatandaş kavramından vazgeçilip, inanç ve etnik köken temel alınarak politikalar üretiliyorsa ve hatta bunların kamplaşması el atından da olsa teşvik ediliyorsa, bunlardan bir grubun haklarına destek olunuyorsa orada hiç demokrasi yoktur. Üniversiteler hukukun temel kavramlarını dile getirmekten çekiniyor, dile getirmekten çekinmeyen akademisyenler üzerinde baskı kuruluyor ve onları açlıkla terbiye etmeye kalkılıyorsa orada da yoktur demokrasi. Muhalif olduğu düşünülenlerin kafasına idare copla, gazla, TOMA’yla, maliyeciyle, murakıpla, müfettişle balyoz indiriliyorsa, kumpaslar kuruluyorsa orada hukuk devleti de yoktur.
Anayasa ve yasalarla verilen yetkiler çiğneniyor, yargı ve yasama tamamen yürütmenin kontrolüne sokuluyorsa, milli iradeyi birlikte temsil eden denk kuvvetlerin birbirini denetimi ortadan kaldırılıyorsa kuvvetler ayrılığı yoktur.
Daha çok örnek verilebilir. Ve bunları dile getirmek, herkesin siyasetin içinde olması, demokraside teşvik edilen bir şeydir; zenginliktir. Bu eleştiriler, farklı sesler, kargaşa değil, sağlıklı toplumun armonisidir. İktidarın aynasıdır. Kişinin kendinde göremediğini gösterir, kızmayın.
Söylenecek çok şey varken, kızdığınız için de ara verdiğimi sanmayın. Şimdi kızım bana, beş yaşından beri bildiği “Cumhuriyet ve haklar” kavramını bilmeyenler için kızmabiradere ara verdiğime kızıyor. O da kızmasın. 10.05.2014
Av. İsmail Altay
İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi
Cumhuriyet Gazetesi 14.05.2014, sayfa 2.